Beyanname Peynir Gemisi’ni yürütür mü?
Siyasi partiler peş peşe seçim beyannamelerini açıklıyorlar. Seçmenleri vaatleri üzerinden ikna etmeye mi çalışıyorlar yoksa seçim süreçlerinin teamülü haline gelen bir ritüeli mi yerine getiriyorlar, emin değilim. Partilerimiz kamuoyunda her gün söylemleri ile yer işgal ettiklerinden ne söylediklerini, nereden söylediklerini ve neyi vaat ettiklerini itirazlarıyla, önerileriyle, ittifaklarıyla zaten söylüyorlar. Siyasi tarih de seçmen tercihlerinin zamana yayılan bu performans üzerinden belirlendiğini gösteriyor. Toplum, tercihini karşılaştırmalı beyanname analizi üzerinden yapmıyor. Bu açıdan bakıldığında medyanın beyannameler üzerinden abartılı bir gündemin taşıyıcılığına soyunması ancak toplumun dünyasından kopukluğuyla açıklanabilir. Hiç kimse dün ve bugün ne yaptığından bağımsız olarak yarına dair vaatler üzerinden karar vermez. Beyannamelerin muhtemelen sistemin oturduğu, temel alanlarda uzlaşı sağlanmış bir siyasal yapıda görece artan oynak seçmen kitlesini hedeflediği düşünülebilir.
Özellikle son yıllarda iyice artan kutuplaşmanın ve gerilimin siyaseti kuşattığı dikkate alındığında seçmenin büyük çoğunluğunun seferber edildiği görülecektir. Ortada büyük kaymalar yaşayacak geniş bir seçmen kitlesi olmadığı gibi belirli partiler arasında ikilemde kalan dar bir kitlenin de beyannameler üzerinden tercihini netleştirmesi pek anlamlı durmuyor.
Bu zemin göz önünde bulundurulduğunda sıklıkla dile getirdiğimiz parçalanma, kutuplaşma ve gerilim olgusunun pek çok şeyi neden anlamsızlaştırdığı ve bir siyasal fosile dönüştürdüğü anlama kavuşuyor. Bugün seçmenlerin büyük bir kısmı politik tercihlerini siyasi partilerin tercihleri, söylemleri, vaatleri ve gelecek okumalarından ziyade bizatihi yakınlık ve karşıtlık duydukları aktörlerin kendisi üzerinden veriyor. Siyasal sistemin dört temel aktöründe de manzara aşağı yukarı bu durumdadır. CHP’liler CHP’ye memnuniyetten ziyade Ak Parti karşıtlığı üzerinden CHP’deler. Ak Parti’nin hatırı sayılır bir kitlesi partinin söylemi, yaptıkları için orada bulunmakla birlikte bir kısmı da mevcut şartlar içerisinde verebilecekleri başka bir parti olmadığı için oradalar. Aynı şey HDP için de rahatlıkla söylenebilir. HDP ne söylerse söylesin kemikleşmiş bir kitlesi mevcut. Geri kalan küçük kesimlerin de başka hesaplar yaptığı görülebiliyor. Dolayısıyla bütün mücadele esas itibariyle içe dönük bir propaganda, içeriyi tahkim etme, içeriyi güçlendirme harekâtına indirgenmiş durumda.
Bu strateji bazı partiler açısından anlamlı, makul, anlaşılabilir. Örneğin Ak Parti’nin içe dönük konuşmasının, içeriyi tahkim etmesinin anlamı var. Zira toplumun neredeyse yüzde 50’lik kısmına tekabül eden ve iktidar olmanın yeterli zeminini oluşturan bir kitle demek. Ancak diğer partiler açısından oluşan bir handikap var. Şöyle ki; AK Parti siyaseti, politikalarıyla verili bir sosyolojik zemine, onun yönelimine, beklentilerine temas eden bir kanal üzerinden işliyor. Dolayısıyla bu kanalda oluşan ilişki hem iktidarı mümkün kılıyor hem de meşruiyet zemini oluşturuyor. Diğer taraftan destek vazifesi görmese de temel meselelerde yaklaşımı, talep ve beklentileri ile benzer noktalarda buluşmaları kuvvetle muhtemel HDP kitlesi ve liberalliğin sol ve sağ yelpazesinde konumlanan küçük bir kitlenin sessiz onamasına sahip. Diğer siyasi partilerin handikapı toplumun geniş kesimini oluşturan ve bugün itibariyle Ak Parti tabanını oluşturan sosyolojiyle temas etme kabiliyetlerini yitirmeleri. Hatta içe dönük söylemleriyle arzulamadıkları halde bu kesimle aralarındaki mesafeyi açıyor olmaları. Özellikle CHP ve MHP için durum bu. HDP ise gel-gitler halinde. Avantajları ve dezavantajları var. Avantajları hem CHP hem de belirli düzeylerde Ak Parti’nin tabanına ilişkin söylem oluşturma ve çekim merkezi olma kapasitesi. Bunu başarabilecek güç ve imkân, potansiyel olarak mevcut. Dezavantajları HDP’nin hala kendi başına bir aktör olup olmaması. Bağımsız karar alma, insiyatif üstlenme becerisinin olup olmadığı. İmralı ve kandilin siyasal aklının taşeronluğunu üstlenmiş vaziyette. Oralara duyarlı olmakla oralara bağlı olmak arasında fark var. İkincisi kutuplaşan ve gerilen atmosferde HDP’nin dezavantajı bu iki kesim arasında hangi söyleme sarılacağı. Biriken nefrete, öfkeye talip olmak riskli çünkü HDP’nin hedef kitlesini büyük oranda CHP kitlesine kaydırıyor ancak seçmen sadakati yüksek partilerden birisi CHP. Ak Parti tabanına dönük oluşturulacak bir söylem, Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, hem ülkenin normalleşmesine katkı sunan hem “sol”u sağaltan, umutlandıran hem de Türkiye’nin artan şekilde devam etmesi gerektiğine inanılan Türkiye’nin değişim dinamiğinden yana kesimlerin desteğine açık bir alan yaratacak. Ancak, Kobani hadisesi, 6-7 Ekim olayları sürecin yönetiminde güven sarsıcı bir durum oluşturdu.
Özellikle Türkiye’de sistemin dönüşümü noktasında irade ortaya koymuş, iki temel sosyolojik ve politik aktör olan İslami kesim ve Kürtler başka bir sancıyla karşı karşıyalar. MHP ve CHP söylem ve eylemleriyle statükonun devamlılığında açık bir tercih yaptılar. Ancak HDP ve Ak Parti’nin temel motivasyonu statükonun geriletilmesi, zayıflatılması ve tasfiyesi üzerineydi. Gelinen nokta, bunun yerine bir şeylerin konulmasını talep ediyor, inşa edilmesini zorluyor ve çok daha önemli olan bu partilerin değişmesini zorunlu kılıyor.
Eski köye yeni adet getirmekle olmuyor. Yeni köye yeni adet gerekiyor. Ve şüphesiz dönüşen köye ve adete uygun yeni köylüler gerekiyor. Bugün bir taraftan yeni köye ve adete karşı çıkanlar, eski alışkanlıklarıyla sahne almak isteyenler, direnç gösterenler var, bir taraftan da nasıl yenileneceklerini bilmeyenler var. Belki de hepsi birlikte.
Siyasal aktörlerin dışında yeniyi inşanın merkez üssü olması gereken sivil topluma bakmak gerekiyor bir de.. Hiç sesi çıkmayan ve gözünü siyasete dikmiş bekleyen sivil topluma. Oysa bu süreçte bildirge açıklaması, talep ve beklentileriyle siyasileri sığaya çekmesi gerekmez miydi? Bu yüzden partilerin uzantısına dönüşmüş çoğu sivil toplumumuzun hali görülünce yeniyi oluşturmanın niye kolay olmadığı da görülecektir.