Çağımızın hakim ideolojisi bu!
“Niels Bohr’un kırsal bir bölgede bir evi, eski bir evi varmış. Tatil günlerinde ve çalışmadığı hafta sonlarında kafa dinlemek için gittiği eski bir evmiş bu. Ve bu evin girişinin hemen üst kısmında bir at nalı bulunuyormuş. At nalının sizdeki anlamı nedir bilmiyorum, fakat Avrupa’da at nalı batıl inanca dayanan bir simgedir. At nalının kötü ruhların eve girmesini önlediğine dair bir fikre dayalıdır. İşte fıkra da burada başlıyor. Niels Borh’un bilim adamı olan bir arkadaşı Bohr’u ziyarete gider ve ona sorar: “Bir dakika! Sen bir bilim adamısın. Neden bu saçma şeyi evinde tutuyorsun ki? Sen buna inanıyor musun yani?” Niels Bohr şöyle cevap verir: “Aman Tanrım! Ben aptal değilim. Tabi ki inanmıyorum böyle bir şeye. Bir bilim adamıyım ben” Sonrasında ise Niels Nohr’un arkadaşı ısrar eder: “O halde neden bunu evinde tutuyorsun ki?” Umarım Niels Bohr’un verdiği o muhteşem cevabı biliyorsunuzdur. “Onu orada tutuyorum. Çünkü her ne kadar at nalı hakkındaki inanca inanmıyor olsam da dediklerine göre bu at nalları inanmayanların da işine yarıyormuş.”
Slavoj Žižek bu ABD’de en az kırk defa kullanma gerekçesini bu nüktenin günümüz hakim ideolojisini tam olarak yansıtması olarak dile getiriyor: “Hiç kimsenin inanmak gibi bir mecburiyeti yok.” Hak vermemek elde değil. Etrafımızda o kadar izaha muhtaç iş ve işlem oluyorki dünyada Niels Bohr enflasyonu yaşanmış gibi. Söylenen ile yapılan arasında herhangi bir bağın, bağlantının mevcut olmadığı bir ‘ne olsa gider’ modu egemen. Bunu hayatımızın tüm alanlarında gözlemlemek mümkün. Ben şu son bir kaç gün içinde eğitim alanına yansıyan kısımlarına değinmekle yetineceğim. Bilindiği üzere en önemli gündemlerimiz şu aralar merkezi sınavlar. LGS geçtiğimiz hafta sonu yapıldı, YKS ise bu hafta sonu yapılacak. Salgın nedeniyle YKS tarihine ilişkin yapılan işlemler bile kendi başına sözü gereksiz kılan cinsten. LGS ise hem bakanlığın hem bakanın ağdalı retoriğinin dışında bambaşka bir şekilde tamamlandı. Örnek sorular söylencesi üzerinden onlarca il milli eğitim müdürlüğü soru açıkladı. Merkezi sınavların test tekniği, soru tipi gibi hususların belirleyiciliğinde şekillendiği biliniyor. Dolayısıyla milyonlarca öğrencinin belirli bir soru tipine bakanlığın ve bakanın aktif müdahalesiyle öğrencileri yönlendirdiği sınav maratonu sürpriz bir soru yapısıyla noktalandı. Öğrenciler örnek sorular üzerinden belirli bir formata yönlendirilmemiş olsalardı muhtemelen çalışmaları ve performansları daha iyi olacaktı. Bu açıdan bakanın ve bakanlığın öğrencilerini bir tür yanıltma yarışına girdiği izaha muhtaç bir durum yaşadık. Bilim Kurulu üzerinden salgınla mücadele kapsamında sürdürülen koruyucu çalışmalar ve bu çalışmaları taşıyan resmi söylem ile yaptığımız merkezi sınavların niteliği de ayrıca ele alınmayı gerektiren cinsten. Salgının olmadığı geçen yıl 20 kişinin girdiği sınıflarda bu yıl da aynı şekilde yirmi kişi sınava girdi ancak sanki bambaşka şeyler yaşanıyormuş gibi sağlık sosu yüksek bir söyleme muhatap kılındık. Söylem doğruysa sınıfların hali niye öyle? Gerçek olan sınıfların haliyse o zaman muhatap olduğumuz söylemi ne yapacağız?
Yine yılsonu işlemleri ve yürütülecek mesleki çalışmalara ilişkin yaşadıklarımız da bürokrasi tarihimizin sıradışı hadiseleri olarak tarihe geçecek cinsten işlerdi. Evet eğitim-öğretimde okulalrı kapattık, yaygın ifadesiyle uzaktan eğitime geçtik. Salgının gerektirdiği de dolayısıyla aklın, mantığın ve bilimin gerektirdiği bu dedik. Ama yıl sonu işlemleri ve mesleki çalışmalara ilişkin öyle bir organizasyon yapıyorsun ki söylediğin ile yaptığın arasında bir alaka kurmak mümkün değil. Milyonlarca insanı sokağa taşıyacak ve belirli lokasyonlara yönlendirecek bir plan yapıyor ama aynı zamanda aynı planın içerisinde sözüm ona salgınla mücadeleyi elden bırakmıyormuş izlenimi veren başka iş ve işlemleri de diğerleriyle tenakuz halinde olsa da barındırmaya devam ederek üstelik. Bu konuda Allah’tan Özgür Eğitim-Sen Genel Sekreteri Ali Aydın’ın yoğun girişimleri (sözlü-yazılı) ve eğitim çalışanlarının haklı itirazları neticesinde işi makule çevirdik ancak pek çok eğitim çalışanının günlerce verdiği emek yanlarına kâr kaldı. Öğretmenin itibarı diye ağızlarından sözlerini düşürmeyenler öğretmenlere bu muameleyi layık görüyorlar. Tıplı yeni göreve başlayacak öğretmenleri Diyarbakır’da uzun kuyruklarla dışarda sıraya dizen milli eğitim müdürlüğünün öğretmenlere itibardan bahsedip fiilen itibarsızlaştırması gibi. Yazılacak çok şey var. Yeri gelmişken Türk Eğitim-Sen Başkanı’nın geçen gün gündeme getirdiği bir hususla noktalayalım yazıyı. Çünkü ehliyet, liyakat sözlerine muhatap olmaktan bir hal olduk. Mevki makam sahibi olan herkesin, sanki ehliyet ve liyakati gerçekleştirecek veya ehliyet ve liyakate kast eden sıradan insanlarmış gibi muğlak bir söylemle arz-ı endam ettiği bir ortamda gündeme getirilen bu husus eğitimde muhatap olduğumuz söylemle yaptığımız iş ve işlemler arasındaki bağlantısızlığın nasıl had tanımaz bir düzeyde gittiğinin göstergesi oldu: 940 proje okulunun 829’unun müdürü, @tcmeb taşra teşkilatındaki görevlendirme çalışan; 517 şube müdürünün 419’u, Vekaleten görev yapan 182 ilçe müdürünün 145’i, Geçici görevli 25 il müdür yardımcısının 21’i (bir) sendikanın üyesi. Žižek’in aktardığı gibi günümüzün hakim ideolojisi bu. İdeoloji bu evet, ancak ideolojiyi içselleştirmek, meşrulaştırmak ve daha da önemlisi böyle değilmiş ve başka türlüymüş gibi göstermek yerine keşke edebimizle susmayı becerebilseydik!