DİKEY GEÇİŞ SINAVI (DGS) NEYİ ÖLÇÜYOR?

DİKEY GEÇİŞ SINAVI (DGS) SORULARI NEYİ ÖLÇÜYOR?
Kanıksadıkça duyarsızlaşıyor, edilgenleşiyor, pasifleşiyoruz. Hayatımıza ve geleceğimize yönelik tasarrufları dahi tepkisiz bir izleyici gibi takip ediyoruz. Bir uygulama normalleştikçe ‘vardır bir hikmeti’ fehvasınca söz konusu usulsüzlüğü veya absürtlüğü sorgulama gereği bile duymamaya başlıyoruz. Bu tepkisizlik hali de doğal olarak yanlış olanın biteviye mağduriyet üretmesinin önünü açıyor.
23 Temmuz 2017 tarihinde ÖSYM tarafından yapılan Dikey Geçiş Sınavının(DGS) ana mantığı ve adayların muhatap oldukları soruların niteliği hem bu kanıksamaya hem de eğitim sistemimizin hali pür melaline örneklik teşkil ediyor. 2000 yılında uygulanmaya başlanan DGS, meslek yüksekokulları ile açık öğretim ön lisans programlarından mezun olan öğrencilerin mezun oldukları alanda lisans programına devam etmeleri için girdikleri bir sınav. Adaylar bu sınavdan aldıkları puana ön lisans not ortalamalarından elde ettikleri başarı puanlarının (AÖBP) eklenmesiyle dört yıllık lisans programına geçmeye hak kazanıyorlar.
Burada iki ciddi problem alanı ortaya çıkıyor:
Birincisi; adayların bu sınavda ön lisans programında eğitimini aldıkları alanın sorularıyla değil Türkçe ve Matematik sorularıyla değerlendirilmeleri. Ön lisans sürecinde iki yıl boyunca aldığı alan eğitimin bir üst programa geçiş için yeterli olup olmadığını ölçmek için Türkçe okuma anlama becerisini ve köklü sayılar, üslü sayılar gibi Matematik konularını çözebilme yeteneğini baz almak tuhaf. Zira öğrencilerin bu becerileri olduğu için zaten ön lisansı tamamlayabildiler. Ön lisans alanının devamı niteliğinde eğitim alacakları açık olduğuna göre ölçülmesi gereken alan bilgileri. Dolayısıyla amaçla amaca ulaşma aracının bu yaklaşım eğitim sistemimizin trajikomik yönünü imlerken uygulamada adalet ve hakkaniyet ölçütlerini alt üst eden bir durum da ortaya çıkıyor. Zira bu ülkede ön lisans programından mezun olan herkes Türkçe anlama ve yorumlama yeterliğine sahiptir. Ancak herkesin Matematik çözebilme yeteneğinin bu yaygınlıkta olmadığı bir gerçeklikte doğal olarak sayısalcılar büyük bir avantaja sahip olmaktalar.
İkincisi; YGS’den barajı geçebilen her adayın girebildiği bir ön lisans bölümünün, bu sınavdan başarılı olmanızla dört yıllık lisans bölümünü okumaya hak kazanmanız. Örnek üzerinden gidersek daha anlaşılır olacaktır. YGS’de barajı geçerek Açık Öğretim Fakültesi Adalet/Adalet Meslek Eğitimi bölümüne giren bir öğrenci çıkmış soruları ezberleyerek yüksek puanlarla mezun oluyor. AÖBP’si yüksek olduğu için DGS’de sadece Türkçe sorularında 50 netin üzerinde yaparak dört yıllık Hukuk Fakültesi programına kayıt yaptırabiliyor. LYS’de inanılmaz stres altında bütün bir yıl boyunca büyük emekler vererek Hukuk Fakültesi kazanan bir öğrenciyle aynı diplomayı almaya ve aynı statüyü elde etmeye hak kazanıyor. Yine aynı şekilde YGS üzerinden Açık Öğretim Adalet Bölümüne giren bir sayısal öğrencisinin iki yılın sonunda yapacağı Matematik netleriyle kolaylıkla Hukuk Fakültesine geçiş yapmasının önünde bir engel bulunmuyor.
Bu verdiğimiz iki örnek bir devlet kurumunun kerameti kendinden menkul düzenlemesinin zincirleme bir sorun sarmalına dönüştüğü ve koca bir ülke tarafından da gayet normal karşılandığını gösteriyor. Oysa vicdanları sızlatması ve aklı-mantığı ayaklandırması gereken bu uygulamalar toplum olarak eğitim tasavvurumuzun kifayetsizliğine ayna tuttuğu yana yakıla şikâyet ettiğimiz nitelik mevzusuna da açıklık getiriyor. Bizim meselemiz bir düzenlememizin olmayışı değil düzenlemelerimizin iç tutarlılıktan yoksun oluşu, keyfe keder düzenlenmiş olmasıdır.
24.04.2017
Bekir BİRBİÇER
Özgür Eğitim-Sen MYK Üyesi