“Gölge etmeyin, başka ihsan istemez”
Efendim rivayet odur ki muallim-i evvel Aristo’nun öğrencisi Büyük İskender, bilge insanlara değer veren ve felsefeye meraklı bir hükümdarmış. Geldiği şehirde Diyojen’in yaşadığını öğrenenince filozofu hem ziyaret etmek hem de bir dileğinin olup olmadığını sormak istemiş. Öğle vakti bir fıçının içinde güneşlenen Diyojen’i bulan Büyük İskender, fıçıyla güneşin arasına girdiğine bakmadan bir dileğinin olup olmadığını sormuş. Diyojen hiç rahatını bozmadan, “gölge etme, başka ihsan istemem” yanıtını vermiş.
***
Türkiye’de vesayet düzeninin payandalığını yapmış, bu sistemle ideolojik, sınıfsal ve imtiyaz ilişkisi tesis etmiş olanlar ortalıkta ilke ve değer hamisi, hak ve adalet savunuculuğu edalarıyla arz-ı endam ediyorlar. Baktıkları noktanın çarpık, parçalı, resmin bütününü görmeye ve yaşanan dönüşümü kavramaya engel olduğunu fark etmiyorlar ya da fark etmek istemiyorlar. Yaşanmışlığı, deneyimi ve kollektif hafızayı görmezden gelen bu aktörlerimiz, ellerindeki keyfi görüntüyü ısrarla sahiplenmek, ötekileri buna hangi araçla olursa olsun razı etmek istiyorlar. Bir kez olsun, bulundukları noktayı sorun etmek, sıkıntı etmek, “acaba” demek akıllarından geçmiyor.
Eyvallah, olabilir, insanlar yanlışta ısrar etmek isteyebilir, kendi gördüğünün dışında başka bir görüntünün olmayacağını da düşünebilir. Ama en azından savundukları pozisyonun “ötekiler” tarafından niye teyit edilmediğini sorgulama ihtiyacı hissetmez mi insan? Benim pozisyonum ısrarla niçin görmezden geliniyor merak etmez mi insan?
Son yıllarda sahne alan cemaat fenomeni ile kadim maddemiz merkez medyanın durumu bu açıdan çok ilginç. Israrla politik aktör olarak rol alma talepleri var. Rol alıyorlar, ittifaklar kuruyorlar, müdahil oluyorlar, operasyon yapıyorlar. Topluma dönük sürekli höyküren bir ağız var. Muhtemelen bu höykürtünün ne dokunaklı bir melodi olduğunu düşünüyorlar. Olabilir, insan bir kez bu hisse kapılır. İkinci, hadi üçüncü kez kapılır. Ancak bir bakmak lazım. Toplumun tepkisine bakmak, sesin nasıl makes bulduğuna odaklanmak lazım. Merkez medya başından itibaren oturduğu gayrı meşru noktayı sorun etmeyen, toplumla kurduğu ilişkinin manipülatif ve çarpık karakterini görmek istemeyen bir halde. Eldeki aracı ne tür şahsi gereksinimler için, hangi sosyal-sınıfsal çıkarlar için payanda ettiklerini kabul etmek istemiyorlar. Ne tür bir suikast silahına büründürdüklerini görmek istemiyorlar. Bununla yüzleşmek için özgüvenleri olmayabilir. Bu yüzleşme ali menfaatlerine halel getirebilir. Bulundukları sakıncalı pozisyonu ifşa edebilir vs. O yüzden bundan imtina ediyor olabilirler. Ancak insan şunu düşünmez mi Allah aşkına? Uğruna çalışıp çabaladığımız, arzu ettiğimiz şeye hizmet etmiyorsa hatta ters etki yaratıyorsa yaptıklarımız, o zaman onu değiştirmek, en azından sükûnetle yeni bir yol arayışına girmek gerekmez mi? Arzu edilen siyasal neticeyi hâsıl etmiyorsa tam tersine kendinizi karşı olarak konumlandırdığınız kesimleri güçlendiriyorsa, onları tahkim ediyorsa o zaman niye, neden, niçin aynı şeyleri yapmaya devam diyorsunuz?
Yakalandığınız “akıl tutulması”nın sizi tükettiğini fark etmiyor musunuz? Çıkarlarınız için her türlü kullanılmaya açık, ilkesiz bir ilişkinin enstrümanı olmayı bile-isteye mi seçiyorsunuz?
Yıllardan beridir temel tezim şudur: Türkiye’de devlet yapılanması, iktidar mücadelesi öylesine ilkesiz ve düzeysiz bir ilişki ağına sokuldu ki, sistemi var eden tüm aktör ve kurumlara her türlü müdahalenin meşruiyet alanı oluşturuldu. Her yapı, aktör ve alan müdahale edilmek için sayısız gerekçeyi biriktirmiş vaziyette. Girdikleri ilişkilerle, kritik zamanlarda aldıkları pozisyonlarla ve topluma karşı konumlanışlarıyla şaibeli, vesayetçi ve kayırmacı bir düzeneğin bileşeni olmayı içtenlikle kabul ettikleri için kendilerine dönük her türlü operasyonun zeminini kendi elleriyle oluşturdular.
İlke ve değerlere yaslanmak yerine oluşan imtiyazların devamlılığı için Makyavelli’yi mezarında dört döndüren kontrolsüz bir eylemliliğe kendini teslim edeceksin, “sen ne yapıyorsun” diye yakana yapışılınca da vaveyla koparacaksın. Toplumun sana yapılan müdahaleye niye ses çıkartmadığını söyleyeceksin? Az bir menfaat için kendini sattığını söyleyip topluma iftira atacaksın. Oysa siz yaptıklarınızla, duruşunuzla, karanlık ilişkilerinizle, güç verdiğiniz vesayet düzeniyle toplum nezdinde güvenilmez, şaibeli durumdasınız. Kurduğunuz düzene her türlü müdahaleyi meşru görüyor toplum. Onun için sesini çıkarmıyor, çünkü bulunduğunuz alanın bundan daha fazla kokuşacağını, daha kötü olacağını düşünmüyor.
Bu alanların hangi karanlık hesaplarda araçsallaştırıldığını göz önüne alın. Hangi kirli işler için atlama tahtası yapıldığına bakın. Hangi karanlık emeller için ileri sürüldüklerini bakın. Hangi kirli ittifakların bileşeni olduğuna, hangi karanlık mahfillerle iş tuttuklarına bakın. Tarihle, kültürle kurulan kavganın tarafı olduğuna, topluma yöneltilmiş, onu baskılamak, kapatmak, çarpıtmak, mühendisliğe tabi tutmanın düzeneğine indirgendiğine bakın. O zamanda insan bugün ortalıkta gezinip, feryat figan, salya sümük, kâh külhanbeyi edalarıyla kâh ilke ve değer hamisi pozlarında arzı endam edişlerini görünce çileden çıkıyor. Aklıyla, yaşadığıyla, hafızasıyla dalga geçildiğini düşünüyor. İnsan onların olduğu yerin kendiliğinden yanlış yer olduğu intibaına kapılıyor. Toplumun, siyasetin ve mücadelenin dengesi farklılaşıyor, kayıyor. O yüzden ısrarla “yeter artık susun, konuşmayın!” diyorum. Allah aşkına gözümüze görünmeyin. Kendi başınıza kalın biraz, kendinizi dinleyin, nedamet getirin, yaptığınız yanlışların, haksızlıkların, hukuksuzlukların en azından vicdan muhasebesini yapın.
Bu toplum makul muhalefeti de çıkarır, iktidarı da denetler. Ama siz bu halinizle iktidarı düzeltme imkânını ortadan kaldırdığınız gibi muhalefetin makul bir dönüşüm geçirmesinin önünde de engel oluyorsunuz.
O yüzden Allah rızası için gölge etmeyin, başka bir ihsan istemiyoruz. Sadece gölge etmeyin.