İman varsa imkan vardır!
Efendim seçim sürecinin kritik evresinden geçiyoruz. Klişe haline gelen “bu seçim hayati” değerlendirmesinin sıradanlığı malum. Yine de bu seçimin hayati olan tarafı var. Ancak bu, ne HDP’nin barajı aşıp aşmaması ne Cemaatin kalkışmaya girişip girişmemesi ne de Ak Parti’nin tek başına iktidar olup olmamasıdır. Mesele, dün müesses nizamı hedef alan, onun aşılması için toplumu motive eden hassasiyetlerin yerleşik hale getirilmesi, bu taleplerin ruhunu yeni sistemin iklimine, dokusuna sindirme meselesidir. Bu başarıldığı oranda mesafe alınacak, bu başarıldığı oranda Türkiye normalleşecek, bu başarıldığı oranda Türkiye kronik sorun alanlarını çözüme kavuşturacak. Orta sınıf tuzağı lafı nasıl ekonomide tüketici bir patinaj durumuna işaret ediyorsa siyasette de mevcuda yönelik güzellemeler siyasetin altını oyuyor. Vizyonsuz, hedefsiz şekilde mevcuda gömülmesine neden oluyor.
Oysa son yıllardaki büyük transformasyon kurumları, yapıları ve formüle edilmiş olan ilişki dünyamızı çözüyor. Bizim tepki ve meseleleri algılayış biçimimiz, kurumların, yapıların ve formülasyonların yüceliği üstüne desteksiz, etkisiz ve işlevsiz duygu pompalayan bir retorik inşası. Bunun çare olmadığını, tarihe karşı bir mücadele olduğunu, mevcudun ancak esaslı eleştiriler üzerinden aşılabileceğini fark etmek gerekiyor. Eldekinin fetişleştirilmesi, ne bulunmaz bir nimet olduğu, şükür vesilesi yapılarak yetinme çabası ne hakikat savunuculuğunu ne de toplumsal-kültürel aidiyetlerimize sahip çıkma bilincini belirtir. Tam tersine çaresizliği, tembelliği, asli meseleleri geçiştirme kolaycılığını ve sorumsuzluğunu dile getirir.
Çocuğunu çok sevdiği için bağrına sıkıca basıp farkına varmadan boğarak öldüren babanın hikâyesi yakıcı bir darb-ı meseldir. Bu kıssanın hissesi AK Parti ve Erdoğan üzerine yanlışı-eksiği görmeyen yüksek sahiplenmede açığa çıktığı gibi diğer politik hareketlerde de her hal ve şartta esirgenmeyen destekte açığa çıkıyor. Dile getirmezsek vebali boynumuzda kalır. O nedenle güzellemeden daha çok eleştiri yapmak boynumuzun borcudur. Zira dostun acı söylemesi dostluğundan ileri gelir. Esasında tarihsel konumlanışları ile problem teşkil eden kesimler dışında yapılan itirazlar-eleştiriler dostça niteliktedir. Denilebilir ki aşırı kutuplaşma ve gerilim ortamında cepheyi güçsüz kılan rakiplerin yapıp ettiklerinden ziyade destekçilerin yapıp ettiğidir. Yaralayan ‘düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül’dür.
Dünün yok sayılan pre-vatandaşları muazzam bir huruç harekâtı gerçekleştirdiler, önlerine çekilen bariyerleri, surları yıkıp merkeze ulaştılar, yerleştiler. Merkeze ulaşmayı işin sonu olarak görenler çürümenin ve kokuşmanın alanına yerleştiklerini fark etmiyorlar. Allah içinizde günleri döndürüp durmaktadır. İktidarı aranızda elden ele geçen bir servet olarak dolaştırmakta ve sizi ağır ve tekrarı olmayan bir sınava tabi tutmakta. İktidarda olmayı bizatihi başarılı bir sınav olarak zanneden zihin, daha işin başında sınavı kaybetmiş, zaferini iktidarda kalmanın sürekliliğine bağlamak için çırpınıp durmaktadır. Oysa iki günü bir olan ziyandadır. Bugün yeni bir gün ve yeni şeyler söylemeyi talep etmekte. Etrafınızdakilerin düne takılıp kalmaları sizin olduğunuz noktada durmanızı meşrulaştırmaz, haklı göstermez. Tarihin ve toplumun önümüze koyduğu ve sorumluluk beklediği şey bu büyük anın hakkını verecek olgunluk, hazırlık ve hak ve adaleti gözeten bir mücadeledir. Hırsları ve çıkarları için zaferleri yağmalayıp yozlaştıranlara dur diyecek şey ilke ve değerlerin bayraklaştırılmasıdır. Bu hem toplumu taşıyacak hem de güç, çıkar ve ihtiraslarının tazyikine maruz kalanları sağaltacaktır.
Sistemi adalete, ahlaka, hak ve özgürlüklere duyarlı bir şekilde reel politiğin girdabına düşmeden dönüştürmek. Sergilenecek kararlı duruş toplumun maşeri vicdanında mutlaka karşılık bulacak, gerekli desteği görecektir. Türkiye’nin siyasi tarihi bunun şahididir. Kısa süreli, konjonktürel hesapların ve çıkarların girdabına yakalanmadan serinkanlı ve metanet içerisinde toplumun sesine kulak verilmelidir. Şüphesiz toplumun tüm kesimlerinin de kendi sesine sahip çıkması, sesini oluşturması gereklidir. Toplumun değişik kesimleri kendi özgün seslerinin muhafızı ve müdafisi olmak zorundadırlar. Aksi durumda bağlandıklarının, desteklediklerinin seslerini terennüm edenlerin varlıkları bir anlama ve ağırlığa işaret edemez. Ne diyordu Zenon sürekli kendisini onaylayan öğrencisine;“Hiç olmazsa bir kere itiraz et, başka bir fikir söyle de iki kişi olduğumuzu anlayayım.”Bugün pek azı müstesna sivil toplum örgütlerimizin, vakıf, dernek ve cemaatlerimizin her şeyi olurlayan tutum ve davranışları maalesef kendi varlıklarını ilga eden kasti girişimler hüviyetindedir. Bu halleriyle ne kendilerine ne sevdikleri ve destek vermeye çalıştıklarına bir faydaları olabilir. Zira acı söyleyen, eleştiren, yol gösteren, hedef koyan, ufuk çizen dostlara muhtaç herkes. Sürekli birbirini pohpohlayan, birbirine ne bulunmaz nimet olduklarını pompalayan şişirmeden kimseye fayda gelmeyeceği aşikâr.
Dün mücadele kaba ihlallerin aşılmasına dönüktü ve temelde cesaret odaklıydı. Babayiğitlik gerektiriyordu. Asıl iş, asıl mesele şimdi başlıyor. Tıpkı “küçük cihattan döndük büyük cihat başlıyor” diyen Peygamberin sözünde olduğu gibi. Yapılması gereken önümüzde duruyor. Yıkım kolaydı ve yapıldı. Şimdi inşa, şimdi ihya zamanı. Şimdi bugüne ve yarına derman olacak şeyler söyleme zamanı. Şimdi kendisine sınır koyma, kendi azgın ihtiraslarını kontrol etme, birbirini denetleme, gözetleme zamanı. Çünkü herkes birbirine emanet, herkesin birbiri üzerinde hakkı var. Emanete hıyanet edilemez, üzerimizdeki haklar görmezden gelinemez. Durmak, geriye dönmek yok. Gemileri yakan Tarık bin Ziyâd, Roma’ya yürüyen Spartaküs gibi. Roma’ya kendisi oturmak için değil, Roma’yı değiştirmek için yürümek. Düzeni, düzeneği değiştirmek için. Adil ve özgür bir düzen. Başkasına rıza gösteremeyiz, başkasıyla iktifa edemeyiz, başkasıyla avunamayız. O yüzden herkes kendine gelmeli ve yolculuğa katkı sunmanın sorumluluğunu yüklenmeli. Yol uzun, yolculuk çetin, gölge edenler yeterince fazla. İçinde debelendiğimiz şiddet ekolojisini tasfiye edecek, siyasal sınırlar ile kültürel sınırların örtüştüğü tahripkâr gerilimi aşacak, her düşüncenin, kimliğin normalleşeceği, devletin tüm kontrol mekanizmalarıyla ele geçirilecek bir çekim merkezi ve imtiyaz kapısı olmaktan çıkaracak bir yürüyüş. İnanç muhafaza edilmeli, diri tutulmalı. Zira iman varsa imkân vardır.