“Kızılderili, Tenzihçi ve Abrakadabralık”
Rivayete göre Kanada’nın uçsuz bucaksız ormanlarından birine yerleşen bir “beyaz adam”, kışa hazırlık için odun keserken bir Kızılderili’nin geçtiğini görmüş ve seslenmiş:
-Hey Kızılderili, kış nasıl gçecek?
Kızılderili, yoluna devam ederken cevap vermiş:
-Soğuk.
Yerlilerin doğa bilgisine büyük güven duyan göçmen epey endişelenmiş ve daha fazla odun kesmeye başlamış. Akşam Kızılderili geri dönerken, göçmen yine seslenmiş:
-Hey arkadaş, kış gerçekten çok mu soğuk geçecek?
Kızılderili yoluna devam ederken cevap vermiş:
-Çok, hem de çok soğuk.
Fena halde korkan “beyaz adam” çılgınlar gibi odun kesip istiflemeye koyulmuş. Ertesi sabah Kızılderili geçerken seslenmiş:
-Bu kış, insanoğlunun yaşayamayacağı kadar soğuk olacak!..
Bütün gece durmadan odun kesmekten bitkin düşen göçmen sormuş:
-Nereden biliyorsun?
Kızılderili bilgiç bir tavırla demiş ki:
-Eski bir Kızılderili sözü var, “beyaz adam” çok odun kesiyorsa, kış çok soğuk geçecek demektir!..
***
Aynı dili konuşmuyorsanız, birbirinizden haberdar değilseniz, önyargılarınızın kuşatmasında esir düşmüşseniz “öteki” ile temasınız, “en iyimser koşullarda” bile anlamsız bir yolculuğa davetiyedir. Şartlar netameli, koşullar elverişsiz bir hale bürünmüş, çıkar, hırs ve duygu yükü yoğun politik angajmanlar işe karışmışsa -ki genelde karışır- o zaman, yüreğiniz yetiyorsa, seyredin lanet dalgasının ortalığı nasıl kavurduğunu. İlkenin, değerin, insaf ve vicdanın araçsallaştırıldığı hengâmede artık kurulan “er meydanı” değil kardeşin kardeşi sattığı “can pazarıdır”. “Canan” bahanedir artık. İlan edilen şey anlam yitimine uğramıştır ve hangi gerekçeyle olursa olsun reddedilen şeydir artık sadır olan.
Hal böyle olunca muhakeme yapmak, akıl ve mantığa başvurmak, insaf ve vicdana yaslanmak sadra şifa olmayan buruk bir teselliye dönüşür. Nihayetinde muhakeme, akıl ve mantık, insaf ve vicdan asgari bir müştereğin, bir kesişim alanının varlığına gönderme yapar. Müşterek alan yıkıma uğramışsa, depremin merkez üssü tamda bu kesişim alanıysa artık karşımızdaki nevzuhur bir “doğa durumu” halidir. Çünkü en büyük “uzlaşım alanımızın” yitimi ile, konuşmak, iletişime geçmek, akıl-mantık, insaf-vicdan üzerinden yargılamak güçleşmiştir. Zira bağlar aşınmış, zemin ufalanmıştır. Artık “iyinin ve kötünün ötesindeyiz”, “doğru ve yanlışın” anlam haritası çözülmüş demektir.
O halde ahval bu minval üzereyken yapılabilecek ne var? Birincisi, sadra şifa niteliği kaybolsa da buruk teselli olan akıl-mantık, insaf-vicdan temelli muhakemeye devam etmek. Netameli koşullarına ve kırılgan dokusuna rağmen bizi bir arada tutan ve üzerinde taşıyan dolayısıyla söz söyleme irademizi ve imkânımızı mümkün kılan bağa-zemine aidiyetimizi diri tutmak. İkincisi, duygu dünyası ayartılmış bir siyasal atmosferin kuşatan ve “akıl tutulması” üzerinden yandaşlık-karşıtlık veyahut “tenzihçilik” pozisyonuna savuran edilgenliğe karşı sosyal-siyasal gerçekliğin dile gelmesini sağlamak. Yandaşlığın, karşıtlığın konforlu hele hele “tenzihçiliğin” risksiz (bağlamdan kopuk) dünyasına karşı mevcut durumun kombanisyonunu göz ardı etmeden gerçekliğin üzerine örtülen örtüyü yol-yordam, edep-erkân gözeterek çekip almak.
Yeter mi? Kesinlikle yetmez. Ancak yetmemesi gerekli olmadığının ispatını sağlamıyor. Tersine yeterlilik bitimsiz bir süreci ima ediyorsa -ki insan dünyasında daima eder- evvel emirde yapılması gereken bu gerekliliğin karşılanmasıdır. Örneğin bölgesel-ulusal ve küresel gelişmelerin çatışma odaklarından biri haline gelen Doğu-Güneydoğu’ya ilişkin yapılan analizlerde ilginç bir abrakadabralıkla karşılaşıyoruz. Deniliyor ki; “Çözüm Süreci” diye bir politik açılım yapıyorsun, muhatabın bu dönemde bölgeyi bir mühimmat deposuna çevirmiş? Hatta yer yer uyarılmışsın ama sen göz yummuşsun? Buraya kadar güzel. Ancak gerçekliğin üzerindeki sis perdesini aralayacaksak hiç şüphesiz yol almaya devam etmek, soru sormada, meseleyi kurcalamada ısrarcı olmak durumundayız. Göz yumuldu? Peki, niçin? Niçin göz yumulmuş olabilir? Sonra, göz yumulan ne? Göz yumulan şeyi yapan kim? Ne zaman, hangi süreçte yaptı acaba? Göz yumulan şeyi yapanlar, göz yumulan şeyle neyi yapıyorlar? Türkiye’de devrim niteliğinde olan Çözüm Süreci’nin yüzü suyu hürmetine göz yumulanları -ki göz yumulmasını meşrulaştırmaz- anlamak mümkün iken bizatihi kötü niyetin göstergesi ve sürecin ruhuna kasteden uygulamalara karartma uygulamak nedir Allah aşkına? Tedbir almayan ev sahibine yöneltilen eleştiri ve öfkenin evin her tarafını talan eden hırsızdan özenle ve taammüden kaçırılması nedir?
Şimdi, bu kasvetli atmosferde yol almak için gerekli olanın ifade edilmesini ve yandaşlık-karşıtlık fanatizminin beyhudeliğini söylemeye gerek yok. Ancak “üçüncü yol” ayaklarına “tenzihcilik” tahtında konumlanıp “savaş istemiyoruz, barış istiyoruz” naifliğiyle tarafların yanlışlarını üst üste bindirerek işlevsel bir siyaset ürettiğini zanneden bağlamdan kopuk durum var ki evlere şenlik. Bağlamı olmayan anlamlarla kurulmuş bir koza gibi. Tarih dışı, topumdan yalıtık değiliz. Dolayısıyla ilke ve değer hamiliğimiz ancak verili gerçekliğin olabilirliğini gözeten bir sahicilik üzerinde anlam bulabilir. Kimsenin itiraz etmediği hatta çatışanların dahi dillerinden düşürmediği ortak kabulleri dillendirmek bir şey ifade etmiyor. Diğer taraftan yeterliliğe ilişkin bir arayışa ihtiyaç var. Çünkü akıl-mantık, insaf-vicdan üzerinden ve gerçekliğe sadakatle yol alsak hatta haklı ve haksızı tespit etsek bile sorunumuza derman olmayan bir boyut var; çözüm ya da kabul edilebilir bir gerilim aşamasına gelemediğimiz hususu. İşte burası yeni bir dile, analize ve siyasete muhtaç olduğumuz alan. Bu alan, ilke ve değerlerin mevcudun gerçeklikleri gözetilerek işlevsel bir siyaset olarak damıtılacağı alan. Bu açıdan yandaşlık, karşıtlık ve tenzihçilik kapanlarına düşmeden normal koşullarda bile yanlış anlaşılmalara meyyal bir hayatın (Kızılderili hikâyesi) varlığını göz önünde bulundurarak olağanüstü koşullarda çığırından çıkması mukadder bir dünyada sükûnu, selameti nasıl sağlayacağız diye kafa yormak durumundayız.