“Küçük Cumhuriyetimizde hayat güzeldi”
Çok fazla hatıranız var değil mi?
Bende aynı durumdayım, içerde kalamadım.
Sizin hakkınızda bir şeyler duydum.
Duvarın yıkılmasından sonra hiç bir şey yazmamışsınız?
Bu iyi değil. Ülkemizin sizden beklediği onca şey varken…
Aslında sizi anlıyorum, Dreyman.
Bu yeni Almanya’da ne yazabilirsiniz ki artık?
Hem inanacağımız, hem de baş kaldıracağımız bir şey kalmadı.
Küçük Cumhuriyetimizde hayat güzeldi.
Birçoğu bunu yeni anlamaya başladı…
***
Yukarıdaki monolog Doğu Almanya’da rejimin korunması için faaliyet gösteren“Stasi”adlı güvenlik-istihbarat örgütünün rejim muhalifi olduğu düşünülen oyun yazarıGeorg Dreyman‘ı Kültür Bakanı Bruno Hemf‘in direktifiyle takibe almasını konu edinen“Başkalarının Hayatı”adlı politik gerilim filminden. Duvarın yıkılmasının ardındanDreyman ile Hemf bir oyunun gösteriminde karşılaşırlar ve Hemf, Dreyman‘a alıntıladığım monologu irad eder.
Bu monologun çağrıştırdıkları üzerinden Türkiye’nin mevcut ahvaline ilişkin bir değerlendirme yapmak mümkün. Monologun artalanında göze çarpan “yeni duruma uyum problemi”tam da Türkiye’nin temel açmazına işaret ediyor. Gerçi “birçoğu bunu yeni anlamaya başladı”diyor Hemf ancak Türkiye’de anlamaya başladığımız konusunda o kadar emin değilim.
Kronik olmakla beraber “Gezi Olayları“ile tekrar alevlenen “17-25 Aralık”ile devam eden Cumhurbaşkanlığı, 7 Haziran, 1 Kasımseçimleri ve Doğu-Güneydoğudaki gelişmelerle eşik atlayan siyasal bir olağanüstü haldeyiz. Son seçimle siyasetin formel araçlarının işlevsel tablo ortaya çıkardığı ancak siyasal ilişkinin-dokunun yeniden zehirlenme geçirdiği bir türbülanstayız. Eski ile yeninin sıfır noktasında durduğumuz süreç, salt siyasal yönetebilirlik açısından değil aynı zamanda siyasal söylemleri “açığa düşüren”niteliğiyle handikap oluşturuyor.
Verili duruma ilişkin analizler savunma-karalama sarkacındalar. Oysa yeni kombinasyon görülmeyi ve kavrayıcı analizler üzerinden işlevsel bir siyasetin dolgusuna dönüşmeyi bekliyor. Aklama-karalama kıskacından sıyrılabilen eleştiriler ise beslenmeyi, derinleşmeyi talep ediyor. Ak Parti‘yi merkez alan analizlerde, Ak Parti‘nin kendisini var eden koşullar ile mevcut dinamikler üzerinden onu bekleyen olumsallık arasında ne tür tercihlerde bulunacağı, bulunması gerektiği ve yapısal dönüşüm talep eden bu süreçle baş edip edemeyeceği dile geliyor. Elbette dominant güç olarak Ak Parti‘nin konumu önemli ancak süreç, tüm aktörler açısından “duvarın yıkılmasının ardından yeni birşey yazılmadığı“gerçeğini hayati kılıyor.
Bu açıdan Türkiye’deki mücadelenin, “taraflar arası”olmaktan ziyade her politik kümenin kendisi ile mücadele olduğunu ifade etmek gerekiyor. Mukadderatımızın bu“kendi ile mücadelenin”sonucuna bağlı olduğu açık. Siyasetin “ontolojik”hüviyet arz ettiği, toplumun cendereye alındığı bir vasatta temel motivasyonun “var kalmak”,“görünür olmak”olduğu bir mücadelede tutturduğumuz tarz-ı siyasetle baskıcı siyasal düzeneği dağıttık. Cendere koşullarıyla mukayyet mücadelemiz, kapatılma tertibatının tasfiyesi anlamında iş gördü ancak bu iş görme, tarz-ı siyasetimizin tükenmesi pahasına oldu. Yıllarca kapatıldıkları vesayet mekaniğinde can çekişenlerin ezberleri aşındı. Vesayet düzeneğinin çökertilmesi ve çökertmeye odaklı siyasetin tükenişi tüm toplumsal kesimlerin önüne “yeni bir yol inşa etme”zarureti çıkartmıştır. Yolun nasıl olacağı, dikiş yerleri patlamış toplumsal dokumuzun nasıl onarılacağı, prangalarından kurtulan kesimlerin abartılı taleplerinin nasıl birbirine eklemleneği önümüzde duruyor.
Eskiden “şuna özgürlük”,“buna özgürlük”şeklinde yükselen talepler hem siyasal sisteme dönük anlamlı bir politik çıkışı ima ediyordu hem de temsil edilen kesimlere yeterli motivasyonu sağlıyordu. Geldiğimiz noktada Hemf‘in “hem inandığımız hem de başkaldırdığımız bir şey kalmadı”tespitindeki gibi “açığa düşme”hali var. İleriye gitme, yeni bir yol açma teşebbüsünde zorlananları şehvetle çağıran eski ezberlerönümüzde duruyor. Bırakın eskiye dönmeyi mevcuda rıza göstermenin bile felaket olduğu zaman dilimindeyiz. Toplumu, toplumsal yönelimi taşıyabilecek anlamlı analizlere, söylemlere ihtiyacımız var. İhtiyacımızın farkında olmak hem sahici bir yüzleşmeyi hem de yapısal bir dönüşümü zorunlu kılıyor. Kendini muhafaza ederek değişim-dönüşümü başkasından bekleyen uyanıklığın geçerli olmadığı bir eşik burası; “gerçeğin çölü”.
“Kürt Meselesi”bu bağlamda “turnusol kağıdı”işlevi görebilecek nitelikte. Soruna ilişkin egemen söylemin kifayetsiz ve tesirsiz kaldığıbir dönemdeyiz. Çözüm Süreci‘ne dönülmesi, demokratik adımlarını atılması, barış, özgürlük vurguları içeriklerinden boşalmış şekilde ne toplumsal meşruiyete ne de siyasal yönelime yol açıyor. Vesayet döneminin ardından yaşanan bir gerçeklik var ve bu gerçekliğe uygun politik açılımlar yok. “Ahval değişince ahkam değişir”ilkesine uygun bir konumlanış yok tersine sosyolojik-siyasal gerçeklikten bağımsız şekilde çözümlemesini inatla devam ettiren aktörler var. Gerçeklik ile mütenasip ve onu taşıyabilecek derinlikte bir özdönüşüm yerine sosyal-siyasal gerçeklikten sadakat talep eden bir yabancılaşma var.
Süleyman Seyfi Öğünteör üzerine yaptığı makro bir çözümlemede sorun bağlamında dile gelen cari formülasyonun bir ucunda bek’a kaygısı üzerinden gidildiğinde meşruluk krizi, diğer ucunda ise liberalleşme adına geri çekilmelerin güdümlü teröre alan açtığını belirtiyordu ve bu sarmalın önümüzdeki yılların gel-gitli pratiğini oluştaracağını ifade ediyordu. “Kürt Meselesi”bağlamında söz konusu sarmalın karşı karşıya olduğumuz açmazı yakıcı bir şekilde ifade ettiği açık. Bu sarmalın dışına çıkılması ve yeni durumun gereklerine uygun bir söylemin inşası aciliyetini korurken üstelik ulusal-bölgesel gelişmelerin sorunu hergün yeniden kundakladığı bir espasta bildiğinden şaşmayan havariler gibi davranmak, büyüsü bozulmuş dünyaya büyüsü kalmamış sözlerle seslenmektir, dünün hükmünü bugüne giydirme teşebbüsüdür ve gerçekliğin kendisine karşı savaş ilanıdır. Bu açıdan, değişim-dönüşümün zorluğu karşısında baskıcı da olsa“eski cumhuriyetimizin zihinsel konfor sağlayan düzeneğine”sığınmanın hem kolay hem de hiçbir kafa karışıklığı yaratmaması, değişim-dönüşümü sizden değil hep ötekinden talep etmesi itibariyle ilgi çekici olmasınıanlamak mümkün. Lakin sevimsiz olan şu ki; eski Cumhuriyetimiz yok ve böyle devam ederse yenisinin olması da epey uzun sürecek.