Özgür Eğitim-Sen

Muhafazakârlığın eğitim sistemi ile imtihanı

31.08.2019
A+
A-
Muhafazakârlığın eğitim sistemi ile imtihanı
Paylaşın

İslami-muhafazakâr kesimin geçmişte Türkiye’de devlet-toplum ilişkisinin çarpık doğasına ilişkin bir mücadelesi vardı. Tüm geçmişinde bugüne kadar sivillik ve özgürlük vurgusu vardı. Şimdi aynı kesim söz konusu eğitim olduğunda nasıl oluyor da bugüne kadarki varoluşuna dayanak olan geçmiş mücadelesini unutup mevcut eğitim sisteminin kurgusunu, konfigürasyonunu, yaslandığı siyaset felsefesini ihmal ederek sisteme nezaret etmeyi yeterli görebiliyor?

Eğitim, kadim zamanlardan günümüze insan ve topluluk için anlamı ve mahiyeti dönüşerek devam eden bir süreci imler. Eğitimin toplumsal konumlandırılışı itibariyle geçmiş tüm zamanlardan farklı hatta radikal bir dönüşüm geçirdiğini belirtmeliyiz. Bauman’ın “modernliğin gündoğumu” ya da “katı modernlik” olarak adlandırdığı dönem eğitimin toplumsul açıdan bir iktidar pratiği olarak geçmişte tanık olunmadığı biçimde nasıl formatladığına dair örnekler içerir. Tam da bu dönemde ekonomi- politiğinin gerekleri üzerinden iktidarın toplumu inşa ve imal gayesinin bir enstürmanı olarak eğitim işe koşulur.

Hükmetme alanın topraktan nüfusa kaydığı modern zamanlarda, ulus-devletin yükselişi ile fabrika bacalarının yükselişi eş anlıdır. Bunların bir adım gerisinde ise modern zamanlarının düşünsel evrenini çerçeveleyen Aydınlama düşüncesi yer almaktadır. Dolayısıyla Aydınlanma düşüncesi, ulus-devlet ve sanayi devrimi Bauman’ın sözünü ettiği modernliğin katı halinde, toplumsal formasyonun mahiyetini belirleyen parametrelerdir. Bu dönem bir yandan modern iktidarın tecessüm etmiş hali olarak tarihe giren ulus-devletin diğer yandan sanayi devrimi ile ivmelenen yeni üretim biçiminin siyasal ve ekonomik düzeneğe uygun insanı yoktan var etme arayışını ortaya çıkaracaktır. Önceleri dinin uhdesinde sürdürülen eğitim faaliyetleri bir anda siyasal bir ödeve ve ekonominin acil ihtiyacına cevap verecek yegane çözüme dönüşecektir.

Modern öncesi dönemde toprağın egemenliğini ele geçirerek iktidar kurmak erken modern dönemde nüfusa istendik davranışlar kazandırarak yönetmek biçimini alacaktır. Feodal Beylerinden kurtulan köylülerin kentlerde büyük kalabalıklar olarak boy göstermelerinin ardından onların yeni kazandıkları vatandaş / işçi kimliği ile kontrol ve terbiye edilmeleri için dönemin aydın ve siyasetçileri tarafından cazip bir yol bulunacaktır: Eğitim!

Fransız düşünür Michel Foucault’un da altını çizdiği okul – fabrika arasındaki anolojiye imkân veren yapısal ortaklık bu dönemde tesis edilmiştir. Nasıl ki fabrikada bant sistemi içerisinde çeşitli fasılalardan geçerek aynı anda çok sayıda ve tek bir biçimde standart olarak imal edilen bir mamul mümkün olabiliyorsa, insanlar da benzer bir bant sistemine entegre edilerek makbul vatandaşlar haline getirilebilirler. Hem iktidarın arzu ettiği ideolojinin taşıyıcıları hem de fabrika bacalarının tütmesini mümkün kılmaya yetecek teknik becerileri aynı anda aynı yerde kazanabilirler. İşte bu varsayım kadim dönemlerden farklı olarak modern dönemde eğitimin konumlandırılması ile sonuçlandı.

Eğitimin önemine yapılan vurgunun eğitimin devletleştirilmesi ile eş zamanlı olarak artması, bu açıdan üzerinde durulması gereken bir husustur.

Zorunlu eğitimin yaygınlaşması, toplumu adam edecek (!) cazip görülen yol olarak eğitimin modern karakterini şekillendirirken modern iktidarlar açısından ihmal edilmeyecek bir seçenek olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.  Öte yandan modernliğin bir form olarak tüm Avrupa-dışı için de tek seçenek olarak temellük edilmesi eğitimin modern kabuller ile küreselleşmesiyle neticelenmiştir.

Var olanı sadece betimleyen değil açıklayan ve eleştiren bir gözlemci olmamız gerekiyor. Bu ise hikâyenin doğuşundan, konusundan haberdar olmak gibi bir sorumluluğumuz olduğu anlamına geliyor.

Bunları niye hatırlatıyorum?

Bu hikâye modern zorunlu kurumsal eğitimin hikâyesi. Öte yandan bugün ülkede kendisini muhafazakârlığa nispet eden bir iktidar var. Arkasında onu destekleyen ve çoğunluğu İslamî-muhafazakâr olarak adlandırılan geniş bir halk kesimi var. Aydınları ve yazarları var. İslamî-muhafazakâr kesimin geçmişte Türkiye’de devlet-toplum ilişkisinin çarpık doğasına ilişkin bir mücadelesi vardı. Tüm geçmişinde bugüne kadar sivillik ve özgürlük vurgusu vardı. Şimdi aynı kesim söz konusu eğitim olduğunda nasıl oluyor da bugüne kadarki varoluşuna dayanak olan geçmiş mücadelesini unutup mevcut eğitim sisteminin kurgusunu, konfigürasyonunu, yaslandığı siyaset felsefesini ve yukarıda bahse konu olan hikâyesini ihmal ederek sisteme nezaret etmeyi yeterli görebiliyor?

Geçenlerde yapılan bir tartışma bu açıdan ibretlikti.

Milli Eğitim Bakanlığı açısından önemli bir organ olan Talim Terbiye Kurulu (TTK), Başkanının görevden alınması sebebiyle gündeme geldi. Talim Terbiye Kurulu Başkanı Alparslan Durmuş’un görevden alınarak yerine Burhanettin Dönmez’in atanması AK Parti’ye yakın basın yayın organları ve STK’larda rahatsızlık oluşturdu. Hayrettin KaramanYusuf Kaplan ve İsmail Kılıçarslan Durmuş’un görevden alınmasını eleştiren birer yazı kaleme aldılar. Bazı STK temsilcileri sosyal medya hesaplarından tepkilerini duyurdular.

Durmuş’un görevden alınması ile ilgili tepkinin nedeni kısaca şuydu: “Alparslan Durmuş bizim camiadan tanıdığımız, bildiğimiz bir insandı ama yerine atanan kişi bizim camiadan değil!”

Oysaki  konunun giden/gelen bürokratın ötesinde bir yerden kavranmasının gerekliliği izahtan varestedir. Bugün küresel çapta cari eğitim uygulamalarına ve kurumsal eğitime ayna tutacak yukarıdaki hikâyeyi anlatma sebebim de bu düşüncemden kaynaklanmaktadır.

Türkiye’de neredeyse 100 yıldır ana omurgası, felsefesi ve ruhu değişmeden muhafaza edilen bir eğitim sistemi var. Zaman zaman sistem içi birtakım tali düzenlemeler eğitim gündeminde tartışılsa da sistemin esasına ilişkin bugüne kadar hiçbir tartışmanın yapılmadığını söyleyebiliriz.

Birkaç yıl öncesine kadar sistemin en tepesinde bulunan MEB Müsteşarı Yusuf Tekin ÖNDER tarafından düzenlenen İmam Hatipliler Kurultayı’nda aynen şunları söylemişti: “Türkiye’de eğitim sistemi Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren hiç değişmemiştir. Bunu çok iddialı olarak söylüyorum. Sadece eğitimde bu ana felsefeye ulaşmak için kullanılan araçlar üzerinde minimal değişiklikler yapılmış. Asıl ulaşılmak istenen sonuca sistemi götürecek yolda ufak tefek değişiklikler yapılmıştır ve bu değişikliklerin hiçbiri eğitim sistemi değişikliği değildir.”

İslamî-muhafazakâr kesimin 17 yıldır bilhassa konu eğitim olduğunda anlamak istemediği hakikat işte buydu! Bugüne kadar sistem tarafından katılımla ilgili önlerine çıkarılan engellerin kaldırılmış olmasını yeterli gördüler. Oysa ki bir eğitim ortamına katılımın önündeki engellerin kaldırılmış olması –başörtüsü yasağı gibi– bir ülke için demokratik bir kazanımdır. Ancak dahil olunan eğitim ortamının değişimi bambaşka bir şeydir!

İslamî-muhafazakâr kesim suskundu, AK Parti’ye kendisini nispet eden STK’lar susukundu… Bu suskunluk sembolik kazanımların bir adım ötesine geçmeye yol vermedi. Milli Eğitim Bakanlığı’nda, camiada bilinen tanınan pek çok bürokrat görev aldı. Alparslan Durmuş bunların ne ilki ne de sonuncusuydu. Ne var ki mekanizma içerisinde aktör değişimi mekanizmanın işleyişine halel getirmedi. Toplumun önüne koyup tartışmadığı, yazarların konu etmediği ve bir kamuoyu tarafından dikkatle izlenen bir gündem olmaksızın “bizden” kabul edilen birkaç bürokratla eğitim sisteminin değişeceğini düşünmek; cehalet filan değilse, düpedüz sorumluluktan kaçmaktır esasında!

Anayasanın 174. maddesi ile koruma altına alınan 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu orada durur; konuşan yok!

Din eğitimini ikinci bir halin imkânsızlığına bağlayan Anayasanın 24. Maddesi orada durur; konuşan yok!

Eğitimde çeşitliliği, sivilliği ve özgürlüğü imkânsız hale getiren Anayasanın 42. maddesi ve tüm bunlarla büyük bir uyum içinde hazırlandığı aşikâr olan 1739 Sayılı Mili Eğitim Temel Kanunu orada durur; konuşan yok!

100 günlük plan açıklanır; konuşan yok!

Vizyon belgesi açıklanır; konuşan yok!

Ortaöğretim tasarımı açıklanır; konuşan yok!

Sistem içi düzenlemeler yapılır, TEOG gider LGS gelir mesela; konuşan yok!

Daha vahimi bugünün dünyasında eğitim fikrinin kendisi krizdedir; konuşan yok!

Başörtüsü yasağı kalkınca, İmam Hatip Okullarının önündeki katsayı engeli kaldırılınca eğitim meselesi diye bir meselenin kalmadığı sanılıyor. Oysaki bu düzenlemeler eğitim sistemi ile ilgili değil. Eğitim sistemine adil ve eşit katılımlarına müsaade edilmeyen insanların önüne konan anti-demokratik bariyerlerin kaldırmasıydı söz konusu olan. 17 yılda bu bariyerler kaldırıldı. Eğitim sistemi ise aynen yoluna devam ediyor.

Yusuf Kaplan ve Hayrettin Karaman’a şunu hatırlatmak istiyorum: Bürokrasi, iyi ya da kötü amaçları aynı kolaylıkla gerçekleştirmeye uygun bir araç değildir, der Bauman. Şunu demek ister: Bürokrasi itildiği yönde hareket etse bile, daha çok hileli zar gibidir. Kendi mantığı ve momenti vardır. Bazı çözümleri daha çok bazılarınıysa daha az olanaklı kılar.

Okul ve eğitim hakkında konuşan ve mevcudun niçin,  hangi amaçla yapılandırıldığı gerçeğini ısrarla tartışma gündeminin dışında tutanların bizlere söylemedikleri gerçek işte, tam olarak budur! Bürokrasi için söylenenler mevcut okul için de geçerlidir. 

Büyük bir kandırmacanın içindeyiz. En başta kendimizi kandırma noktasında müthiş bir çaba sarfediyoruz. İşin ilginç yanı bunda da başarılı oluyoruz.

Ali Aydın – Özgür Eğitim-Sen Genel Sekreteri

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Whatsapp Destek
1
Whatsapp Destek Hattı
Üyelik işlemleri için Whatsapp iletişim hattımız