Postmodern Meydan Okuma ve Eğitimin Krizi
Batı kültürünün/felsefesinin bir kırılma ve kriz ile özdeşleştirildiği, anti-modernist ya da modernite içinden pek çok düşünürün 19.yüzyılın sonundan beri sürdürdükleri eleştirel yaklaşımlar, II. Dünya Savaşı sonrası postyapısalcılığın etkisi ve 1970’lerin sonuna doğru postmodern düşüncenin git gide ağırlığını hissettirmesi, küresel etkilerle şekillenen bir dünyada uzaktan izlenemeyecek kadar yakınımızda bulduğumuz bir dizi tartışma başlığını gündemimize getirmektedir.
Postmodernizm son derece kapsamlı, yaygın ve yoğun bir tartışma alanına işaret eden bir kavram olması sebebiyle ve içinde farklı ve karşıt yaklaşımları barındıran durumu ile sistemleştirilmesi ve sınıflandırılması son derece güçtür. Postmodernizim ne sınırları çizilmiş çerçevesi belirlenmiş bir kuram ne bir ilkeler bütünüdür. Ancak kavramın bu belirsizliklerinin yanında yine de postmodern kabul edilen yaklaşımlar için bir çerçeve çizmek mümkündür. Postmodernizm genel olarak modernizmin,modernizmin temel kavramlarından biri olan rasyonelliğin ve bilimsel temsil felsefesinin yadsınması olarak görülebilir.
Best ve Kellner ise postmodern teorinin genel olarak aklın ve özgürlüğün modern eşitlemini reddettiğini ve modern rasyonellik biçimlerini baskıcı ve indirgeyici bularak sorunsallaştırırdığını, postmodernistlerin modern görüşlere doğrudan doğruya karşıtlık içerisinde, baskıcı modern teori ve rasyonellik kiplerinin panzehiri olarak kıyaslanamazlık, farklılık ve bölük pörçüklüğü üstün değer olarak gördüklerini söylemektedirler.
Postmodernizme yüklenen anlamların çeşitliliği ve çoğulluğundan hareketle onu bir moda olarak değerlendirmek yanıltıcı olabilir. Alan Touraine’ın da belirttiği gibi postmodernizm, entelektüel bir moda olmanın çok ötesinde Marx, Nietzsche ve Freud tarafından ortaya atılan akılcılaştırıcı modeli yıkmaya yönelik eleştirinin doğrudan devamını oluşturur.
Gianni Vattimo postmodernliği tanımlamak açısından iki değişimin temel olduğunu söyler: Avrupa’nın dünyanın geri kalanı üzerindeki egemenliğinin sonu ve “yerel” ya da azınlık kültürlerine söz hakkı veren medyaların gelişimi.
Kitle iletişim araçlarının etkinliğinin artması, teknolojinin kontrol edilemez gelişimi ve yaygınlaşması, teknolojinin bilgisayar ve internet gibi ürünleri ve tüm bunların sarsıcı etkileri üzerinden; girildiği iddia edilen bu yeni döneme dair, pek çok değerlendirme yapılmıştır. Hatta Baudrillard gibi düşünürlerde gördüğümüz gibi sırf teknoloji ve medya üzerinden bu yeni dönem izah edilmeye çalışılmış, ortaya çıkan durum; “çökme” ve “infilak” kavramları eşliğinde, gerçekliği olmayan bir hiper-gerçek, ayartıcı, müstehcen ve tek kelime ile bir simülasyon evreni olarak betimlenmiştir.
George Ritzer McDonald’s fenomenini toplumsal modernleşmenin bir süreci, toplumun McDonaldslaştırılması olarak yorumlamıştı. Baudrillard ise aynı fenomeni küresel bir üretim şekli olarak gerçek ve modernin yerini alan bir simülasyon ve hiper-gerçeklik aleminin örneği olarak değerlendirmektedir. Öte yandan Douglas Kellner aynı fenomen üzerinden giderek, modernizimle postmodernizm arasında, iki kültürel ve sosyal paradigmanın ortasında bir eşikte durduğumuzu savunur.
Guy Deobard’un “Gösteri Toplumu” kavramını hatırlatırcasına bir “Medya Gösterisi” adlandırmasıyla Kellner, günümüzü medya üzerinden anlama kılavuzu niteliğindeki kitabında; teknokapitalizmin yükselişi, kitle endüstrisinin dudak uçurtan gelişimi, teknolojik ürünler, internet ve nanoteknoloji, girilen uzay çağı betileri eşliğinde gösterinin sahnesi olarak medyanın; sosyal, politik ve kültürel meselelerde nasıl bir etkileme gücüne ulaştığını ve dünyanın sanallaştırılarak bu sanal evrene ya da Baudrillard’ın ifadesiyle simülasyon evrenine insanların nasıl çekildiğini gözler önüne serer.
Bütün bunların yanında modern pozitivist bilimin Aydınlanma çağından itibaren hakikati tek başına temellük eden pozisyonu ciddi bir erozyona uğramış; tekçi düşüncelerin “doğruyu” ya da “gerçeği” sahiplenme imkânları yukarıda da betimlemesini yaptığımız biçimde bugün için kalmamıştır.
Her şeyin değişim süreci içerisinde yenileşmeye, dönüşmeye uğradığı pek çok şeyin hükümsüz kılındığı bir kertede eğitimin bundan muaf olacağını düşünemeyiz. Yeni gerçekler ya da Lyotard’ın adlandırmasıyla ortaya çıkan “postmodern durum” tüm modern kurumlar için olduğu gibi modernliğin ve modernleşme pratiklerinin önemli bir ayağını oluşturan eğitim ve eğitim kurumları için de geçerlidir. Bu sebeple eğitimin bugün için krizde olduğunu belirtebiliriz.
Zygmunt Bauman tam da sıraladığımız sebeplerden ötürü eğitimin krizine temas ederken, hâlihazırdaki eğitim krizini miras alınmış kurumların ve felsefenin krizi olarak görür. Bauman bugün için eğitimin ve eğitim kurumlarının kendi modern tarihleri de dikkate alındığında, en ciddi ve ölümcül meydan okumayla karşı karşıya kaldıklarını söyler. Bauman’ın sözünü ettiği meydan okuma; postmodern meydan okumadır. Bauman modern eğitim kurumlarının bu meydan okumaya çok da hazırlıklı olmadıkları kanaatindedir.
Kendisi de bir eğitimci olan Rust ise Bauman’ı onaylar niteliktedir. Modern şablon içerisinde faaliyette bulunan eğitim kurumları ve bu kurumlarda yürürlükte olan eğitim modelinin postmodern şartlar içerisinde anlamını yitirdiğini düşünen Val D. Rust şöyle demektedir:
“Eğitimciler için şu ana kadar temel eğitim modeli olan fabrikasyon üretime dayalı eğitim modelinin moderniteyle doğrudan bağlantısı olduğu açıktır. Ancak bu modelin postmodern dönemde, modasının da geçtiği açıktır. O halde biz eğitimciler yeni döneme uygun olan yeni bir okul tanımı bulmalıyız ya da bu tanımlama çalışmasına katkıda bulunmalıyız.”
Postmodern olarak ifade edilenin ileri kapitalist toplumlar için söz konusu edilebileceğine ilişkin bir itirazla karşılaşılabilir. Kuşkusuz böyle bir itiraz belki maddi durum göz önüne alındığında doğru olabilir. Lakin bugün kitle iletişim araçları üzerinden her türden etkinin anında küresel bir sonucu mümkün kılan doğası ve teknolojinin yakın kılmadığı hiçbir uzak yerin kalmaması gerçeği de dikkate alındığında; postmodernleşme olarak ilan edilen bir sürecin içindeysek bunun hızlı modernleşme çabasını tutkulu bir biçimde sürdürmekte olan ülkeler için de görünür sonuçlarının olması beklenebilir.
Bu sebeplerden ötürü eğitimciler açısından, postmodern olarak adlandırılan ve yapılar üzerinde “yapıbozucu” bir etkiye sahip olanın anlaşılması ve bu sürecin kavranılması gerekmektedir.
Postmodernizm, bir taraftan geçmişin, omuzları çürüten ağırlıklarına bir vedayı müjdelediği için olumlanmaktadır; ancak diğer taraftan vaat ettiği alana ilişkin belirsizlik ve parçalanmışlık ise kaygı yüklü bir biçimde selamlanmasına neden olmaktadır.