Özgür Eğitim-Sen

Sınıf: Hayal ettiğiniz gibi değil, hiç olmadı!

04.01.2017
A+
A-
Sınıf: Hayal ettiğiniz gibi değil, hiç olmadı!
Paylaşın

Bazı filmler çok mütevazı bir bütçe ve tamamen amatör oyuculardan kurulu kadroyla, kapalı bir ortamda çekilerek, cürümünden çok büyük sesler çıkarabiliyor, prestijli ödüller alabiliyor, alanının klasikleri arasına girebiliyor. ABD’de ‘The Class’ bizde de ‘Sınıf’ adıyla bilinen 2008 yılı Fransız yapımı ‘Entre Les Murs’ birebir çevirisiyle ‘Duvarlar Arasında’ tam olarak bu tanımın karşılığı olan bir film. En iyi yabancı film Oscar’ına aday olmuş, Cannes Film Festivalinde de Altın Palmiye’yi 21 yıl aradan sonra Fransa’ya kazandırmış.

 

Duvarlar Arasında, Paris’in kıyısında, farklı etnik ve kültürel yapıdan fakir, göçmen ve çoğu sorunlu öğrencilerden kurulu bir banliyö lisesinde bir eğitim sezonu boyunca yaşanan sorunları irdeliyor. Hiçbir yerinde müzik kullanılmayan filmin tamamı okul binası içerisinde, büyük kısmı da sınıfta geçiyor. Hareketli kamera ile çoğunluğu yakın plan çekilen film belgesel sadeliğine ve yalın bir gerçekliğe sahip. Öğrencilerin hepsi gerçekten lisenin öğrencisi ve gerçek isimleri kullanılmış. Kameradan haberleri yokmuşçasına rahat ve doğallar. Kendilerini canlandırdıkları için olsa gerek rollerinin havasına çok iyi girmişler. Fransızca dersi ve sınıfın rehber öğretmeni olan François Marin’i canlandıran kişi gerçek hayatta da eğitimci ve aynı zamanda filmin uyarlandığı romanın yazarı. Anlaşılan romanının başkarakterini kendisi canlandırmak istemiş, gayet başarılı da olmuş.

 

 

 

Film, eğitim sezonunun ilk günü öğretmenler odasında, yeni gelen öğretmenlerle eskilerin tanışmalarıyla başlıyor. Ders programları dağıtılıyor, çok tanıdık şekilde herkes boş günü var mı diye bakarken, bir taraftan da eski öğretmenler yenilere sınıf listelerinden sorunlu öğrencileri tanıtıyor.

 

Sonrasında sınıfımızla tanışıyoruz; her renkten, her dilden, Çin, Türk, Mali, Cezayir, Karayip, Fas vb. milletlerden öğrencinin bulunduğu çok kültürlü bir sınıfla karşılaşıyoruz. İdealist bir öğretmen olan François bu sınıfa tüm içtenliğiyle Fransızca anlatmaya çabalıyor, öğrencilerin süreğen provokasyonlarına rağmen, zaman zaman ortamı sakinleştirmek için sesini yükseltse de, sabır ve kararlılıkla müfredatını aktarmaya çalışıyor. Öğretmen her ne kadar ‘şapkanı çıkar’, ‘özür dile’, ‘izin almadan kalkma’ vs gibi komutlarla otoriter olmaya çalışıp belli bir disiplin ortamı sağlamaya çalışsa da öğrencilerin çoğunluğu onun otoritesini kabullenmeye niyetli gözükmüyor. Öğrenciler öğretmenin şahsında Fransa’ya karşı öfke ve nefretle dolu oldukları kadar birbirlerine karşı da milliyetçilik yaparak dışlayıcı bir dil kullanıyorlar.

 

 

Film hiç sıkmadan tüm hızıyla akarken, siz de sınıfın içinde yaşanan hengâmeye kaptırmış sınıfın bir parçası olarak refleks vermeye başlamışken fark ediyorsunuz ki aslında film, Fransız eğitim sistemini masaya yatırmış, çok kültürlü bir sınıf üzerinden sıkı bir eleştiriye tabi tutuyor, yanı sıra da milliyetçilik, göç gibi konulara değiniyor.

 

 

Filmde işlenen sınıf olabildiğince sıra dışı bir sınıf. Böyle bir sınıfta görev yapmak çok farklı donanım ve güçlü bir psikolojiye sahip olmayı gerektiriyor. Öncelikle söz konusu okul bir lise ve öğrencilerin okuldan nefret eden ergenler olması başlı başına ciddi bir durum iken bir de farklı din, ırk ve kültürlerden gelen öğrencilerden oluşması, Fransız olan öğrenci de dâhil hepsinin Fransa’ya ve kültürüne nefret duyması, birbirleri arasında bile Malili-Karayipli-Faslı gibi ayrımlar üzerinden hakaretli tartışmalara girmeleri sorunu bir kat daha artırıyor.

 

Okulun misyonu bu çocuklara disiplini bozmamaları için gerekli ehlileştirmeyi yaparak, salt müfredat aktarımıyla bilgi yüklemesi yapmak mıdır yoksa gerekli oryantasyonu sağlayarak uyumu yakalamak, ortak yönleri öne çıkararak aradaki uçurumu ortadan kaldırmak yani örülü duvarları yok etmek midir? sorularını sordurtan filmde öğretmenin sınıf içinde yaşadığı sorunlara ve yöntemine yakından bakacak olursak;

 

Sınıfta sorun üretme bağlamında iki kız öğrenci ve bir de Süleyman adlı öğrenci öne çıkıyor. Khoumba ve Fransız kökenli Esmeralda müzmin muhalifler olarak öğretmeni zorluyor, Süleyman da asi davranışlarıyla farklı olduğunu hissettirmeye çalışıyor. Aslında filmdeki karakterler öğretmeniyle öğrencisiyle tamamen hayatın içinden liselerde her gün karşılaştığımız türden gerçek kişiler. Öğretmen tüm söz ve davranışlarıyla tepeden tırnağa idealizmle yoğrulmuş, her sözü hikmete ve belirlenmiş plana dayalı, kusursuz bir sorun çözücü kahraman olmadığı gibi, öğrenciler de iflah olmaz derecede problemli tipler değil. Öğretmenin sorunları konuşarak çözeceğini düşünmesi olumlu bir yaklaşım fakat konuşma yöntemi sürekli öğrencilerle sınıf önünde polemiğe girme şeklinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla bazen öyle sıkışıyor ki argo kullanarak tartışmak zorunda kalıyor. Bu durum problemi çözmek yerine büyüttüğü gibi öğrencinin arkadaşlarından güç almasıyla veya onların önünde küçük düşmemek için defans geliştirmesi sonucu öğretmeniyle arasındaki duvarı yükseltmesine yol açıyor. Süleyman’la yaşadığı ilk sorunda birebir görüşerek uygun ve etkili bir üslupla konuşabilmiş olsa ikinci sorun o raddeye gelmeyeceği gibi hiç yaşanmayabilirdi de. Ki Khoumba adlı kız öğrenciyle özel görüşme yapmasına rağmen Süleyman’da o yöntemi kullanmıyor. Gerçi Khoumba ile de özür dilemeye zorladığı sert ve diyalogu bitiren bir görüşme yapabilmişti ancak.

 

Her öğrencinin ulaşılabilecek hassas bir noktası vardır. O noktayı tespit edip oradan yüreğine ulaşmak, kendisine karşı samimi olunduğu hissini verebilmek, değerli olduğunu hissettirmek ceza ile ıslah etmeye çalışmaktan daha etkilidir. Zaten sürekli uyarı cezası verilen Süleyman’da en ufak değişim olmadığı gibi giderek daha çok kışkırmasına neden oluyor. Mesela annesinin, ‘evde kardeşlerine yardım eder, bulaşıkları yıkar, iyi bir evlattır’ gibi tanımladığı Süleyman’la okuldaki Süleyman arasındaki uçurum, olaylar yaşanmadan tespit edilebilirdi. Bunun yerine Süleyman’la sürekli polemik yapılıyor…

 

 

Çok kültürlü sınıflarda iyi niyetli olmak yetmeyebiliyor, ince işçilik yapabilecek bir donanıma sahip olmak gerekiyor. Zira öğrenciler tarafından biraz yüklenilince öğretmenler odasında dakikalarca ‘ben o sınıfa girmek istemiyorum, bıktım, yıldım’ içerikli sinir krizi geçiren bilgisayar öğretmeni gibi tiplerle hiçbir şey yapılamaz.

 

Filmin finalindeki iki sahne oldukça etkiliydi. Biri kameranın uzun uzun odaklandığı, bazı sandalyeleri devrilmiş, müzik de olmadığı için iyice ıssızlaşmış bomboş sınıf görüntüsüydü ki yıl boyunca yaşanan tartışmaları, kavgaları, yapılan esprileri, atılan kahkahaları hatırlattığı gibi eksik bir şeyler de hissettiren hüzünlü bir atmosfer yaratmayı başarmış.

 

Diğer sahne ise öğretmenin tek tek öğrencilere sorduğu yıl boyunca ne öğrendikleri sorusuna her öğrenci kendi meşrebince bir şeyler söylerken herkes çıktıktan sonra siyah bir kız öğrencinin öğretmenin yanına gelerek utana sıkıla kendisinin hiçbir şey öğrenemediğini söylediği sahneydi. Öğretmenin mutlaka bir şeyler öğrenmiş olacağı, ilk anda hatırlamayabileceği gibi anı kurtarmaya yönelik gevelemesine rağmen kafalarda eğitimin amacı, getirisi-götürüsü, hangi yaraya merhem olduğu gibi düşünceleri uçuşturan çarpıcı bir sahneydi.

 

Filmde bütün bu belirttiğimiz noktaların dışında dikkati çeken şeylerden birisi de öğretmenlerin Amerikan okullarındaki gibi serbest kıyafetli olmalarıydı. Cumhuriyet modernleşmesinin Fransa’yı model aldığını düşündüğümüzde, orada bile serbest kıyafet uygulaması varsa bizdeki takım elbise-kravat zorunluluğu nereden kaynaklandı sorusunu getirdi akla. Yalnız öğretmenlerin sınıfa girince öğrencilerin ayağa kalkması uygulaması, öğretmenlerin kurul toplantısında çay-kahve makinesini gündem etmeleri, sıkça ŞÖK toplantısı yapmaları benzerlikler olarak dikkatimizi çekti. Bu arada şube öğretmenler toplantısında, üzerinde konuşulan sınıftan iki öğrenci temsilcisinin bulunması kuralı ilginçti. Şeffaflık ve iyi niyet gösterisi anlamında olumlu olmakla birlikte öğrencinin art niyetli olması durumunda filmde gözlendiği gibi ters tepebilecek hatta sorunları büyütebilecek bir uygulama olduğu görülüyor.

 

 

Ülkemize son yıllarda sayıları 3-4 milyonu Suriyeli olmak üzere Iraklı, Afgan, Afrikalı, Orta Asyalı göçmenler nedeniyle muhtemelen bizler de bu göçmenlerin yeteri seviyede dile hakim olmaları, yabancılığın üzerlerine yüklediği çekinikliği atıp özgüven kazanmalarıyla benzer sınıflarda benzer sorunlarla karşılaşacağız. Hiç hazırlıklı olmadığımız böylesi bir yapı için Fransız tecrübesinin aktarıldığı bu film iyi bir deneyim sunuyor.  

 

Bekir BİRBİÇER

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Whatsapp Destek
1
Whatsapp Destek Hattı
Üyelik işlemleri için Whatsapp iletişim hattımız