Yandı gülüm keten helva
15 Temmuz kalkışmasının sıcak günlerinde “bu işin ikinci dalgası olacak” şeklinde bir dedikodu dolaşıyordu. Dedikodu kamuoyunda makes bulmuş olmalıki Erdoğan “kaç dalganız varsa gelin” diye meydan okumak zorunda hissetti. Doğrusu bu dedikodunun gerçekliğe vuran bir yönünün olduğunu söylemek durumundayız. Zira biz, meselenin anlık bir hesaplaşma olduğu şeklinde garip bir okumayla hareket ediyoruz. Olayların gelişim seyrinde kritik bir an gelir ve bu kritik anda Goridon düğümüne İskender’in kılıcı indirmesi gibi mesele çözülü verir zannederiz. 15 Temmuz gecesi bir kalkışma yaşanır ve o kalkışmaya destansı bir karşı koyuş ile mesele kökünden halledili verir yaklaşımındayız. Öncesi magazinleştirilir sonrası ise zaten yeteri derecede hareket alanı sağlandığı için keyfe keder davranılır gider modundayız. Böylece kritik anların; sıradan küçük anların, küçücük birikintilerin oluşturduğu bir dalga olduğunu düşünmekten kurtuluruz. Kritik anlara odaklandığımızda, hayatiyeti oraya bahşettiğimizde geride kalanı önemsizleştirdiğimizi, sıradanlaştırdığımızı, özensiz ve savruk bir ilginin insafına terkediverdiğimizi düşünemeyiz bile. Bununla başımıza bela açtığımızın, belaya davetiye çıkardığımızın ayırdına varamayız. 200 yıllık serencamı netameli geçmiş bir toplumun rutinde takatsiz, kritik anlarda cevval olması bir nebze anlaşılabilir. Anlaşılabilir de; onaylanması, desteklenmesi, değişmez bir veri şeklinde ele alınıp pekiştirilmesi gerekmiyor. Bir doğa kanunu, bir ilahi emir şeklinde razı gelinmesi gerekmiyor.
15 Temmuz sistemin olağan işleyişi kaynaklıydı. Sistemin olağan işleyişinde yapılması gereken düzeltmeler yapılmadığı için yaşandı. 15 Temmuz sonrasında yapılması gereken sistemin işleyişindeki bu tuhaflığın, yanlışlığın giderilmesidir. Bu yapılmaz, bu doğrultuda gerekli girişimlerden imtina edilirse meselenin büyüyeceği, içinden çıkılmaz bir hale geleceği süpriz olmaz. Nitekim meseleyi halletmek üzere atılan adımlar meseleyi büyütüyor. Mesele kördüğüme dönüşüyor. Hareket alanı daraldıkça bir kritik ana doğru gideceğiz. Yine Gordion düğümü yine İskender’in kılıcı…
Gordion düğümü akıl, sabır ve incelik gerektiren zor ve karmaşık meseleleri anlatır. Büyük İskender’e atfedilen efsane bugün çözümü zor bir sorunun kaba kuvvetle halledilmesi anlamında metafor olarak kullanılır. Wikipedia efsaneyi şöyle anlatır; Yeni bir lider arayışında olan Friglere bir kahin tarafından, şehre öküz arabası ile giren ilk adamı kral ilan etmeleri söylenir. Bu kişi kağnısıyla kente giren yoksul bir köylü Gordios olur. Gordios, kral ilan edildikten sonra öküz arabasını Frig tanrısı Sabazios (Zeus) için tapınağa adar. Araba kızılcıkdallarından bir düğümle tapınağa bağlanmıştır ve bu düğümü çözecek kişinin Asya’nın hakimi olacağı söylentisi ile ünlenir.
Büyük İskender, Gordion’a geldiğinde düğümü çözmeye çalışır ama başaramaz. Sabrı tükenince öfkeyle kılıcını çekip düğümü keser. İskender, gerçekten de Pers İmparatorluğu’nun fatihi ve Asya’nın hakimi olma yolundadır. Ancak 33 yaşında ateşli bir hastalıktan zamansızca ölümü bilgelerce İskender’in Gordion düğümünü çözmek yerine sabırsızca davranmasının cezası olarak yorumlanır.
15 Temmuz’u yıllardır çözülemeyen kördüğüme milletin el koyması, devletin bu kördüğümü çözmesi için koşulları müsait hale getirmesi olarak okumamız mümkün. Millet üzerine düşeni yaptı şimdi kördüğümün incelik, akıl ve sabırla nasıl çözüleceğini bekliyor. Meselenin çözümünü ve ilerde böyle bir sorunla karşılaşma ihtimalini ortadan kaldırmayı istiyor. Şimdi kördüğümü çözecek miyiz yoksa kesmeye mi çalışacağız? Kördüğümü çözeceksek kendimizden başlayarak büyük bir gayret ve emek sarfetmemiz gerektiği aşikar. Yok, kördüğümü kılıç marifetiyle halledeceksek o zaman mesele başka bir boyuta geçecek. Tabi iş kolay değil. Ancak kördüğümü çözdüğünü varsayan İskender daha 33’ünde Babil’de daru’l bekaya giderken “yanlışhesabın Bağdat’tan döndüğünü” de teyit ediyordu aslında. Akıl, incelik ve sabır gerektiren bir mesele şayet şartların elverişsziliği üzerinden başka minvale kaydırılırsa bumerang gibi gelip bizi yeniden vuracağından endişe duyabiliriz. İkinci dalganın mantığı budur zaten. İlla FETÖ’den gelmesi gerekmiyor. “Başınıza gelen musibetler kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir” ikazının bir anlamı yok mu?
FETÖ ile olan mücadelemiz iş ve işin şekli ile mi yoksa işi yapana mı gıcık olmamızla mı ilintili? Durum acil ve hayati. Ciddi olmalıyız, işimizi ciddiyetle yürütmeliyiz. “Kıyamet kopsa elinizdeki fidanı yine de dikin” diyen Peygamber, haşa, Yeşilay sevdasından mı bu düsturu bize hatırlatıyordu? Yoksa en kritik anlarda bile geçiştirmememiz gereken işlerin olduğuna mı dikkatçekiyordu? En kritik anlarda bile ertelenmez, görmezden gelinemez görevlerimiz var demek mi istiyordu? Her halükarda dikkat etmemiz, gözetmemiz gereken bir şeyler var demek mi istiyordu? Öyle değilse şayet FETÖ mücadelemizin bir anlamı kalır mı?
Çözülmeyen, başedilmeyen sorunu sadece kılıçla yani güçle çözmeye çalışmak ikinci dalgayı yemektir. Bu dalga hangi zaaflar, sıkıntılar üzerinden geldiyse aynı şekilde gelmeye devam ediyor demektir. Şeytanın en büyük numarası kendisinin yok olduğuna inandırmasıdır. Düşmanın en büyük kötülüğü seni kontrolsüz, orta ve uzun vadede sulh selametin olacak kararlara engel olması, sendeki o yetiyi dumura uğratmasıdır. Seni abandone ederek mücadele ettiğini zannettiğin şeyleri kendi elinle sana yaptırmasıdır. Birinci dalgayı savuşturmanın telaşında kendimizi paralarken ikinci dalgayı yemişiz farkına varamayız. Niye? Çünkü cehennemin yolları iyiniyet taşları… Çünkü vatan mevzubahisse gerisi… Çünkü amaç mutlu ve büyük Türkiye ise… Çünkü amaç kutsal ise her yol… FETÖ de böyle demiyor muydu? Mücadele ettiğimizi neye tekabül ettiği belli olmayan kuru bir isme dönüştürdüğümüzde dalgayı yemiş olmadık mı? Onun yaptığını, yapış şeklini, ahlakını almışsak karşıda FETÖ olmasının bir anlamı var m? FETÖ somut ama aynı zamanda kabul edilmesi mümkün olmayan bir inanış, eyleyiş ve düşünüş kodudur. Ve bu inanış, eyleyiş ve düşünüş kodu bizde boy veriyorsa o zaman “yandı gülüm keten helva.”