Kamu personel rejimi, istihdam politikası bu kadar savruk, plansız ve...
Özgür Eğitim-Sen
Yeni Müfredat ve Maarif Davamız
Eğitim tartışması, varlığıyla yaşıttır. Muhtemelen nihayetine kadar da sürecektir. Eğitimin kalitesinden, niteliğinden, amaçlılığından öte eğitim ile ilgili olarak bir ülkenin başına gelecek en büyük felaket, o ülkede eğitim üzerine tartışmaların olmayışıdır. Çünkü diğer tüm başlıklar böyle bir tartışmanın içinde anlam bulur ve nitelik kazanırlar. Maalesef ülkemizde eğitim-öğretim meselesi, yükseköğretime geçiş sınavları, sınav kaygısı gibi sistemin ne’liği ve nasıl’lığı ile uzaktan yakından teması olmayan yapay bir alanda ele alınmaktadır.
Türkiye’de çeşitli toplum kesimlerinin kafalarında eğitim meselesini bitirmiş olmalarının da bu yoklukta payı büyüktür. Tam bu noktada mantık çok basit işliyor, şöyle: “Elimizde süper bir bilgi var, okul da var, çocukları her gün okulda tuttuk mu tamam! Mesele halloldu! Gelsin Newtonlar gitsin Galileolar!” ya da “Gelsin Farabiler gitsin İbn-i Sinalar!” versiyonunu da tercih edebilirsiniz.
Böyle bir düşünsel çölleşmenin vaki olduğu bir alanda gerçekten dişe dokunacak, yeni tartışmalar başlatacak her öneri, teklif ve değerlendirmenin başımızın üstünde yeri var.
Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin’in birkaç gün önce ‘yeni müfredat’ müjdesi işte böyle bir aralıkta geldi. Yusuf Tekin açıklamasında, müfredatla ilgili olarak eleştirilerin ortadan kalkacağı, hepsinin cevabını bulacağı yeni bir müfredat sürecinin Bakan Avcı'nın talimatlarıyla başladığını belirtti. Paydaşlarla yol haritasının nasıl olacağının tartışıldığını, temel hedeflerinin müfredatı, basitleştirmek, hacmini daraltmak, bilgiden çok analiz yeteneklerini geliştirecek bir müfredata kavuşturmak olduğunu söyledi.
Türkiye’de eğitim sistemi dediğimiz yapı mevcut işleyişi, mantığı ve kurgusu ile her türlü müdahaleye karşı son derece davetkâr esasında. Elimizde, her kesimin üzerinde ittifak ettiği herkesin memnuniyet denizinde yüzdüğü, “Aman kimse dokunmasın! Böyle harika!” dedirten bir yapı yok! Aksine acil biçimde reform bekleyen, baştan ayağa değişimi zorunlu kılan bir yanı var. Çünkü cari sistemde değişmeyen tek şey başarısızlık! Tüm veriler, kanaatler bunu haykırıyor. Milat yazarı Abdulbaki Değer’in de yerinde ifadesiyle “Bu başarısızlık planlansa dahi başarılamaz!”
Akılcılığın koynundaki akıldışılık
Yusuf Tekin’in açıklamasıyla eşzamanlı olarak internette karşıma çıkan bir başka açıklama daha vardı. Açıklamayı yapan kişi dünyaca ünlü kolesterol uzmanı Philippe Even. Even, "kötü kolesterol"ün ilaç endüstrisinin ürettiği bir yalan olduğunu iddia etmiş. İlaç şirketlerinin son 15 yılda "kolesterol yalan"ı ile 300 milyar dolar kazandığını belirtmiş. Haberin devamında ilginç bir bilgi de veriliyor. Dünyada kolesterolün sağlığa zararlı olmadığı tezi sadece Profesör Even tarafından değil dünya genelinde ilaç endüstrisinden bağımsız çalışan çok sayıda bilim insanı tarafından savunuluyormuş. Bu bilim insanları 2002 yılında "Kolesterol Şüphecileri" adı altında dünya genelinde bir şebeke oluşturmuşlar.
“Kolesterol Şüphecileri” ismini çok sevdim! Keşke hayatımızda olan, günlük rutinimize sızan, sorgulamadan kabul ettiğimiz, üzerine düşünmediğimiz pek çok şeyle ilgili olarak onlar gibi “şüpheci” gruplarımız olsa. Özellikle eğitim alanında ihtiyaç duyduğumuz şey işte bu şüpheci gruplar! Çünkü planlaması, işleyişi ile akılcılığını dayatan sonuçları ve maruz bıraktıkları itibariyle akıldışılığını her gün yüzümüze vuran ve nihayetinde bu ülkenin yarınlarına tesir edecek yegâne meseleyi konu ediyoruz: Türkiye’nin Maarif Davası
Teknik yaklaşımdan kurtulmalıyız
Ortalama bir gelişim düzeyini ve zekâ seviyesini eksen alan sistemimizin “akılcı” yapısına karşın büründüğü “akıldışı” manzarası soğukkanlı ve esaslı bir sorgulamayı beklemektedir. Sistemi, fetişleştirilmiş, sorgulanmaz statüsünden sıyırarak yasal dayanakları, genel ve özel amaçları ve organizasyonu ile ele alıp tartışmak durumundayız.
Temel hak ve özgürlüklerin öncelendiği, toplumun tüm kesimlerinin talep ve beklentilerinin dikkate alındığı, farklı kültür ve inanç gruplarının ait oldukları değer sistemleri ile kabul gördükleri bir yasal konumlanış gerçekleştirilmelidir.
Toplumun inşa/imal edildiği bir bant sistemi olarak ele alınan eğitim sistemi “devletin ideolojik aygıtı” olma konumundan alınarak öğrencilerin zihinsel, fiziksel, sosyal ve bireysel gelişimlerine gerçek anlamda cevap verecek bir yapıya evrilmesi zarureti var.
Zorunlu eğitim düzeneği başta olmak üzere temel eğitim, ortaöğretim ve yükseköğretim, tarihsel pratik dikkate alınarak yeniden yapılandırılmalıdır.
Belirli yaş grubundaki tüm nüfusun, MEB tarafından da kabul edilen “her insan biriciktir” ilkesi pratikte göz ardı edilerek, her açıdan standardizasyona tabi tutulmasından vazgeçilmelidir.
Sanayiye dayalı bir toplumsal yapının ve modern ulus devlet örgütlenmelerinin şekillendirdiği bir atmosferde şekillenen bugünkü eğitim sistemini yaşanan büyük değişimleri dikkate alarak yeniden ele almak durumundayız.
Bugünkü eğitim sistemi sadece sınav performansı ile değil ilişki biçimi, işleyiş mekaniği, denetim sistematiği ile sosyolojik yönelime ve nevzuhur komplikasyonlar geçiren kültürel hayatımıza karşı işlevsiz bir direnç odağı olması hasebiyle elden geçirilmelidir. Aksi taktirde verili sistemde açığa çıkan başarısızlığı ve sorunları arızileştirip palyatif çözümlerle ve teknik düzenlemelerle geçiştirme kolaycılığına kaçılırsa aynı şeyleri uzun vadeli hedef olarak gündeme gelen 2071 yılında da kuvvetle muhtemel söylüyor olacağız.
Ali Aydın
Özgür Eğitim-Sen Genel Eğitim Sekreteri
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM