Hükümet Çalışanı Yoksulluğa, Emekliyi Açlığa Mahkûm Etti

Kamu çalışanları ve emeklilerinin 2026-27 yıllarında alacağı maaşı belirleyecek olan 8. Dönem Toplu Sözleşme Görüşmeleri, hükümetin pervasız biçimde dayattığı aşağılayıcı oranların Hakem Kurulu tarafından onaylanmasıyla sona erdi. Herhangi bir sürpriz yaşanmadı, zira adım adım neler olacağı belliydi; herkes rolünü oynadı ve tatsız gösteri sona erdi. Geriye 4 milyon memura, 2,5 milyon memur emeklisine, önümüzdeki iki yıl için verilen yüzde 27’lik artışla nasıl geçineceğini düşünmek kaldı.
İktidar kamu çalışanlarına 8 dönemdir hor ve hoyrat davranıyor. Siyasal alan adalet ve hakkaniyete hiç ihtiyaç duymuyor. Yoksulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizlik artarak devam ederken sorun çözme mevkiinde bulunan hükümetin, zam adı altında verdiği oranların iki yıllık toplamı bir yıllık gerçek enflasyonun yarısına ulaşmıyor.
Hükümet, memura reva gördüğü bu alçaltıcı ve pervasız yaklaşımla ekonomi politikalarını; dar gelirliyi ezme, sermaye sınıfını ihya etme gerçekliği üzerinden sürdüreceğini göstermiş oluyor. Paylaşım ve bölüşümde yapılan adaletsizliklerle çalışanlar ekonomik olarak güçsüzleştirilip itibarsızlaştırılırken patronlar vergi afları, indirimleri ve teşviklerle ihya ediliyor. En zengin yüzde 1’lik kesimin ülkedeki servetin yüzde 40’ını almasına ve Türkiye’nin Avrupa’da servet dağılımı adaletsizliği sıralamasında ilk sırada yer almasına baktığımızda bu çarpık gerçeklik açıkça görülüyor. Uygulanan ekonomi politikaları üst sınıfı ihya ediyor. Üst gelir grubu semirirken alt ve orta gelir grubu eriyor, zenginle fakir arasındaki uçurum sürekli büyüyor. Dev şirketlerin affedilen vergi borçları orta gelirli memurdan alınan vergilerle telafi ediliyor.
İktidar, hiçbir zaman tutmayan hedeflenen (uydurulmuş) enflasyon üzerinden artış yapıyor. Bunun adına zam diyor fakat enflasyon farkının zam olmadığını, sıfır zam anlamına geldiğini artık herkes biliyor. Zam ancak, geçmiş dönemdeki kayıp ve erimelerin telafisi amacıyla seyyanen yapılacak bir artışın ardından enflasyon oranı ve refah payı verilmesi ile olur. O yüzden memur ve emeklisi yıllardır zam almıyor, sadece TÜİK’in açıkladığı gerçeği yansıtmayan rakamlar üzerinden enflasyon farkı ile idare ediyor. Zannedildiği gibi enflasyon farkını da tam olarak alamıyor. Keza 6 ay boyunca enflasyona ezildikten sonra verilen enflasyon farkı maaşlardaki erimenin yarısını bile telafi etmiyor.
Hükümet, kendisi için ayrı vatandaş için ayrı enflasyon oranları uyguluyor. Mesela yeniden değerleme oranını yüzde 43,93 olarak belirliyor. Bu, ekonomi yönetiminin yıl boyunca motorlu taşıtlar vergisine, trafik cezalarına, yol ve köprü ücretlerine, damga vergisi, pasaport vb. tüm harçlara minimum yüzde 43,93 oranında zam yapması anlamına geliyor. Ev kiraları %41 oranında artar elektrik ve doğalgaza bir hamlede yüzde 25’er zam yapılırken memur ve emeklisine iki yıl için sadece yüzde 27 reva görülüyor. Tüm toplu sözleşmelerde alçaltıcı oranlarla çırak çıkarılan sabit gelirli kıyıcı zamlar ve ağır vergilerle bilinçli bir yoksullaşmaya tabi tutuluyor.
Açlık sınırı Ağustos ayında 28 bin 444 liraya, yoksulluk sınırı ise 87 bin 910 liraya tırmandı. Asgari ücret hâlâ 22.100 lira ve 2026 yılının Ocak ayına kadar bu şekilde devam edecek. En düşük emekli memur aylığını 22.670 lira olarak ödeyen hükümet, ülke nüfusunun yüzde 70’lik bir bölümünü açlık sınırının altında yaşam savaşı vermeye zorluyor. 2002 yılında yüzde 36,6 olan çalışan veya iş arayan emeklilerin oranı Aralık 2024’te yüzde 65,7’ye yükselmiş durumda. Bugün 18 bin liraya tekabül eden seyyanen zammı, seçim öncesi söz verilmesine rağmen emekli maaşlarına yansıtmayan hükümet, emekliye hiç merhamet göstermiyor.
8. dönem Toplu Sözleşme, sadece oransal zam anlamında değil, kamu çalışanlarının can yakıcı devasa sorunlarının hiçbirinin masaya gelmemesi, ciddiye alınmaması anlamında da facia niteliğinde geçti. Ne anlamsız hale gelen ek ders ücretleri konuşuldu ne de artan oranlı vergi dilimi uygulamasına son verilmesi gündeme geldi. Muhatabı olan sendikaların niteliksizliğinin ve yandaşlığının gayet farkında olan Hükümet, sözleşmenin mali ayağında da özlük hakları ayağında da memur ve memur emeklisi milyonlara “Çok da umurumda değilsiniz!” mesajı verdi. İktidar, sendikalı kamu çalışanlarının dörtte üçünün kendi yandaşı sendikalara üye olduğunun bilinciyle hareket ediyor, üzerinde en ufak baskı hissetmeksizin çalışanlar hakkında ezici hükümler verebiliyor, pervasızca adaletsizlikler yapabiliyor, kamu çalışanlarının devasa sorunlarına karşı duyarsız kalabiliyor. O yüzden ekonomi yönetimi hiçbir şekilde bütçe harcamalarında kısıtlamaya yanaşmıyor, korkunç boyutlara ulaşmış olan yolsuzlukları ve kontrolden çıkmış bulunan israfı önlemiyor, büyük şirketlerden vergi almıyor. O yüzden eşitsizliğe ve adaletsiz paylaşıma rahatlıkla alan açabilen kötü ekonomi yönetimi, tüm yükü sabit gelirlinin omuzlarına yükleyebiliyor.
Nihayetinde çalışanların daha iyi yaşam koşullarına erişimi için bir imkân olan toplu sözleşme süreci maalesef elbirliğiyle fırsat olmaktan çıkarıldı. Çalışanlar aleyhine işleyen eski düzen ayakta tutuldu ve Türkiye açlığa, yoksulluğa, yoksunluğa mahkûm edildi. Bu düzen için çalışan herkes vebal altındadır. İlişkinin, işleyişin, düzenin sorgulanmadığı, değişmediği yerde bu yaşananlar kaçınılmazdır.
Özgür Eğitim-Sen Yönetim Kurulu