4+4+4 VE BİR SİMYA OLARAK EĞİTİM
28 Şubat döneminin MGK tescilli sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim uygulaması pedagojik kaygıların değil ideolojik şartlanmışlığın bir ürünü olarak zaten felç halindeki eğitim sisteminde kötüden betere doğru seyreden bir süreci başlatmıştı. Söz konusu uygulamanın yarattığı tahribatı bir nebze olsun tadil etme düşüncesi ile hazırlandığı görülen 4+4+4 on iki yıllık kesintili zorunlu eğitim uygulaması ise sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin dezavantajlı bir noktaya savurduğu meslek liselerinin durumunda olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak kurumsal eğitimin kendi tarihi içerisinde doğuşundan itibaren bir dizi sorunla yüklü olması bizleri “eğitimde reform” talebinin çok ötesinde düşünmeye zorlamaktadır. Bu yazının amacı, eğitim sistemine ilişkin uygulama tercihli tavır alışları teğet geçerek bu tartışmalar vesilesiyle gündeme getirilmeyen başka bir tavır alışı mevcut tartışmalarda karşıt gibi görünen tarafların benimsedikleri pozisyonlarına karşı konumlandırmaktır. Neticede, farklılık gösteren uygulamaların hangi rakamla formüle edilirse edilsinler “zorunlu eğitim” ibaresiyle sonlandırıldıklarını hatırlatmakta fayda var.
Ivan Illich, bütün insanları birbirini izleyen aydınlanma evrelerinden geçirme çabası olarak modern eğitimin kökeninin çökmekte olan ortaçağın büyük sanatı simyaya uzandığını söyler. Simyacıların en çok bilinen iki hedefi madenlerin altına dönüştürülmesi ve bütün hastalıkları iyileştirecek ve hayatı sonsuz biçimde uzatacak ölümsüzlük iksirinin yaratılmasıdır. Orta Çağ’dan itibaren Avrupalı simyagerler hem madenleri altına çevirmek hem de ölümsüzlük iksirini bulmak için büyük çaba sarf ettiler. Her iki çabalarında da başarılı oldukları söylenemez.
AB bünyesinde bir programa da adını vermiş olan Comenius, modern okulun kurucularından birisi olarak kabul edilir. Kendisi yedi ya da on iki yıllık zorunlu eğitimi önerenlerdendir. Commenius Magna Didactia isimli eserinde okulları “herkese her şeyi öğretme”ye yarayan düzenekler olarak tanımlayarak bilginin montaj bandında üretilmesini sağlayacak bir taslak oluşturdu. Comenius bu yolla daha iyi ve ucuz bir eğitim ile insanlığın yükselmesinin herkes için mümkün olacağına inanmaktaydı. Illich’e göre Comenius seri üretimin ilk kuramcılarından birisi olmasının yanında, kendi zanaatının teknik dilini pedagojiye uyarlayan bir simyacıydı aynı zamanda. Eğitim kurumlarının atalarından birisi olan Comenius’un uğraşı olan simya ile modern dönemimin icatlarından birisi olan eğitim kurumlarının modern amaçları arasındaki benzerlik ilginçtir. Öte yandan her türlü reform çabalarına rağmen arzuladığı sonuçları bir türlü elde edemeyen eğitim kurumları, simyacıların çabalarının akıbetine benzer sonuçlar sunmaktadır.
İçinden geçmekte olduğumuz dönem, tüm dünyada modernitenin krizle özdeşleştiği, çeşitli meydan okumalarla felsefi ve epistemolojik kabullerinin sarsıldığı bir dönemdir. Böyle bir dönemde belki de onun en iddialı olduğu kurumların başında gelen eğitim kurumlarının sorgulanmalarının her seferinde tehir edildiğini görmek şaşırtıcıdır. Kuşkusuz eğitim kurumları çeşitli eleştiri oklarına her zaman maruz kalmaktalar; lakin söz konusu eleştiriler her seferinde “eğitimde reform” talebinin çerçevesi içine hapsolmaktadır. Özellikle Türkiye’de söz konusu eleştirellik hiçbir zaman eğitim kurumlarının varoluşunu ya da kuruluş mantığını konu edecek bir genişlikte yapılmamaktadır.
Eğitim kurumlarının sorgulanmama imtiyazı söz konusu kurumların kendilerini ne kadar doğallaştırabilmiş olduklarını göstermektedir. Oysaki modern eğitim kurumları ne ezeli ne kutsal ne de doğaldır. Eğitimin bugünkü anlamını kazanışının tarihinin yeni olduğunu çoğu kez unutuyoruz. Eğitim modern dönemin çarpıcı bir icadı olarak modern dönemde kurumsal bir nitelik kazanmıştır. Ulus-devletlerin inşa edildiği ve sanayileşmenin gerçekleştiği bir dönemde kurumsallaşan eğitim, aydınlanma rüzgârını da arkasına alarak belirli amaçları gerçekleştirmeye matuf araçlar olarak kurgulandılar. Ulus-devletler “hayali cemaat” olarak ulusu varetme yolunda “iyi” vatandaşlardan kurulu homojen bir toplum istiyorlardı öte yandan fabrikaların işgücü ihtiyacına cevap verilmesi gerekiyordu. Dönemin bu iki önemli ihtiyacına cevap vermek üzere eğitim kurumları tesis edildi. Görüldüğü gibi eğitime kutsallık atfetmeye yol açacak bir amaç eğitim kurumlarının doğuşunda göze çarpmamaktadır.
Okula ve eğitime eleştirel yaklaşan pek çok kişi, okulda insanların imal edildiğini belirterek modern eğitimi insan yapma süreci olarak tanımlamışlardır. Zygmunt Bauman ise tam da insan yapma sürecinin aracı olarak konumlandırılmış modern eğitimin krizine temas eder, hâlihazırdaki eğitim krizini miras alınmış kurumların ve felsefenin krizi olarak görür. Bauman bugün için eğitimin ve eğitim kurumlarının kendi modern tarihleri de dikkate alındığında, en ciddi ve ölümcül meydan okumayla karşı karşıya kaldıklarını söyler. Düşünür, modern eğitim kurumlarının bu meydan okumaya çok da hazırlıklı olmadıkları kanaatindedir.
Türkiye’de eğitim kurumlarının hâlâ modern dönemin başlangıcında eğitimin kazanmış olduğu modern anlamını koruma çabası ve yine yüzyılın başında belirlenmiş biri ideolojik diğeri ekonomik olan amaçlara sadakati, Bauman’ı haklı çıkartacak düzeydedir. Bu noktada diyebiliriz ki her seferinde kurtarıcı bir misyonla ileri sürülen niceliksel düzenlemelerin aslında herkesin bir şekilde şikâyetçi olduğu eğitim kurumlarına nitelik yönünden bir sıçrama yaptıramayacağı aşikârdır. Mesele, kademelendirme, yönlendirme gibi kavramlarla ya da ekonomik amaçların yeniden formatlanarak küresel sermayenin ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışılmasının çok ötesinde bir ufukla izah edilmeye ve ele alınmaya muhtaçtır.
Tıpkı simyada olduğu gibi çeşitli madenleri altına dönüştürmek gibi parlak bir vaat ile kendisini pazarlayan eğitim kurumlarının her seferinde bu vaatlerinin altında ezilmiş olduklarını görüyoruz. Kuşkusuz onların enkazı altında kalan her zaman insanlar olmaktadır. Eğitimin yapısal sorunlarına dokunmadan meseleyi bir güncelleme sorununa indirgemek yanıltıcı olabilir. Eğitimin krizi bir güncelleme biçimi olarak düşünülen reformun sınırlarında dolaşılarak aşılamaz. Bugün eğitimde reform talep edenler bir araç olarak eğitim kurumlarının tıpkı modern dönemin başlangıcında yani söz konusu kurumların doğuşunda hâkim olan işlevselci bakışın günün ekonomik ihtiyaçlarına göre yeniden uyarlanmasının dışında ne önerebilmektedirler? Eğer önerilen mevcut araçlara bir hayat öpücüğü kondurarak yola devam edilmesi ise bunun sorunları çözmeyeceği açıktır. Zira her çeşit kurum nihayetinde bir araçtır, araçların amaç haline geldiği noktada ise insanların araçların kölesi kılınması vardır. Ivan Illich’in de belirttiği gibi bugün, insanlarla araçları arasındaki ilişki intihar düzeyindedir. Daha yüksek verim ve azalan maliyetler yanılsamasıyla yapılanmış bir dünyada mutluluk yaratan özveriyi “öğretmek” olanaksızdır. Daha iyi bir dünyayı aklımıza sığdıramıyoruz, düş gücü kayboldu ve umutla ağaç bile dikemiyor insan. Korkunç bir sıradanlaşma ve herkesin kendi gemisi için kürek çekme telaşı, ortak bir geleceği, özgürlüğü ve adaleti herkes için isteyebilmenin ahlaki sorumluluğundan uzaklaştırıyor insanları.
4+4+4 uygulaması vesilesiyle yapılan tartışmalar eğitimin özgürleşmesinin imkânlarını geliştirici bir noktaya taşınmalıdır. Zorunlu eğitim “olmazsa olmaz” deniliyorsa o zaman en azından alternatifler özgür kılınmalıdır. Devletin eğitim üzerindeki tekeli sona ermelidir. Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer, organize sanayi bölgelerinin kendi okullarını açabilmesinden, kendi müfredatlarını belirleyebilmesinden söz etmektedir. Bu kuşkusuz önemli bir adımdır; lakin yeterli değildir. Aynı durum tüm eğitim alanını kapsayacak biçimde mümkün kılınmalıdır. Farklı okul tiplerinin önü açılmalı, müfredat dayatması, ideoloji dayatması son bulmalıdır. İnsanların neyi öğrenmek istiyorlarsa onu öğrenmelerinin yolu açılmalıdır. Toplum kendi okullarını inşa edebilmelidir. Bütün bunları bugün konuşmazsak yarın mutlaka konuşacağız, ön alınsın ve özgürlük talepleri tehir edilmesin. Zira geçen süre yalnızca kayıplarımızı arttıracaktır.