DEVLETİN NAMUS BORCU
15 Temmuz bir istiklal mücadelesi olduğu kadar bir istikbal mücadelesiydi. Bu nedenle, bugünümüze darbe vuran, günümüzü zehir eden içte ve dıştaki her türlü gelişmenin esasında geleceğimize koyulan bir ipotek olduğu unutulmamalı. Atlattığımız badireler, hali hazırda karşı karşıya olduğumuz tehditler, olayların akışında beliren risk faktörleri… Tüm bunlar içinde bulunduğumuz güvelik krizinin nedenini anlamak için yeterli. Ancak öncelikli meselemiz krizi derinleştirmek yerine, krizi aşmak olmalı. Bugünümüzü mukayyet altına alırken yarınımızı feda etmeden bir istikamet üzere vaziyet almak milletin ve devletin bekası için zaruridir.
Devletin tüm kurumlarının 15 Temmuz gecesi nasıl bir görüntü verdikleri aşikâr. Öte yandan 15 Temmuz gecesi, varlık-yokluk gününde milletlin verdiği ses, Türkiye’de hayatiyetin ve canlılığın nerede olduğunun açık göstergesi. Dolayısıyla Türkiye’de millet varlığı tastamam ortada iken millete yaraşır bir kurumsallığın niteliği son derece tartışmalıdır. FETÖ başta olmak üzere milleti hedef alan her türlü yapı, unutulmamalıdır ki hatadan azade, kusurdan vareste, adalet ve hakkaniyetle tebarüz den bir işleyişi tahrif ederek ilerlemedi. Aksine adalet ve hakkaniyetin elde fener ile arandığı karanlık dehlizlerde boy verdi, gelişti. Türkiye’de cari sistemin temel açmazları bir bir çözülmedikçe, iç kanmalar ve türlü komplikasyonlarla sıhhat arayışımız kronik olarak sürmeye devam edecek.
Devletin tek ve yegâne sahibinin millet olduğu gerçeğini unutmadan karşılaştığımız bu son musibeti de bir milat olarak kabul ederek işe koyulmak, devleti yönetenlerin bu millete namus borcudur. 15 Temmuz gecesi bir kez daha görüldü ki Türkiye’de hakkı ödenmez bir millet varlığı var. Türkiye’de kim ne yapıyorsa ve ne yapacaksa bu varlığı dikkate alarak yapmak mecburiyetindedir. 15 Temmuz gecesi millet niteliğini, kalitesini ve kalibresini gösterdi. Şimdi, millettin örgütlü haldeki varlığı olan devletin kendi kurum ve kurumsal işleyişiyle birlikte milletine ayak uydurabilecek bir kaliteyi yakalaması gerekiyor. Mevcut durumu ve kurumlarda içselleştirdiği iş görme pratiği ile bunun mümkün olmadığını görmemiz gerekiyor. Yapıyı dönüştürmek, devleti adeta yeniden inşa ederek millet varlığı ile tenakuzunu ortadan kaldırmak mecburiyeti var. FETÖ‘cülerin hepsi tek tek bulunup ayıklansa bile çok yakın bir gelecekte mevcut yapılar aynı kaldığı müddetçe başka FETÖ‘ler ile karşılaşmamız mukadder olacak. Herhangi bir biçimde savunma psikolojisinin esiri olmaya gerek yok! Yaşadığımız hadise ibretlik olduğu kadar öğretici de bu yönüyle.
Devletin ‘makbul’ bir ideoloji, inanç ya da düşünce ayrımı yapmaksızın ve kendisini bunlardan herhangi biri ile özdeşleştirmeden konumlanması gerekiyor. Eğer devlet, kendisi için ‘makbul’ olan bir ideoloji, inanç ya da düşünceyi öne çıkarırsa beraberinde gelen şey bu ideoloji, inanç ya da düşünce sahiplerinin ‘makbul’ statüsüne kavuşarak öncelikli olarak istihdam edilmeleri ve yükselmeleri oluyor. İmtiyazlı bir sınıf, zümre milletin kurumlarında millete karşı ve millete rağmen işte böyle palazlanabiliyor.
Türkiye’de saçma sapan bir şekilde tüm kurumsal yapıları kanserli hücreler gibi istila eden kimin neye referans olduğunun da belli olmadığı bir “referans sistemi” var. Adaleti temelinden dinamitleyen ve mülkün bekasına kast eden tüm gelişmelerin altında, kurumların yasallığına paralel sürdürülen ve kendince gizli bir yasallığa kavuşmuş olan böyle bir işleyiş var. Devletin en ücradakinden en merkezindekine, önemli-önemsiz ayrımı yapmaksızın herhangi bir birimine kadar nüfuz eden bu soytarılığa artık “Dur!”denmesi gerekiyor. ‘Bizden’ olan sendika, dernek, vakıf ayrımı olmayacak! FETÖgösterdi ki ‘bizden’ ayrımı öyle çok da güvenilecek, itibar edilecek bir ölçü değil! Yarın,‘bizden’ diye tabir edilenin başımıza öreceği çorabı görmek için beklemek yerine, devletin işleyişini tüm vatandaşları için adalet, hakkaniyet esasında yeniden yapılandırmalıyız.
Bu devletin bu millete namus borcudur bu!