Kıyafet Zorunluluğu İnsan Haklarına Aykırıdır
Özgür Eğitim-Sen tarafından 17.12.2012 tarihinde süresiz olarak “Özgür Pazartesi” adıyla başlatılan ve kamuda çalışan öğretmenlerin iştirak ettiği serbest kıyafet eylemi, Eğitim Bir-Sen’in 02.01.2013 tarihindeki serbest kıyafet eylemi ile devam etti. Ülke çapında çok sayıda öğretmen, sendikalarının almış olduğu karar gereği eylem günü okullarına serbest kıyafet ile gittiler. Bazıları hakkında tutanak tutularak soruşturmalar açıldı. Ancak en son Diyarbakır’dan gelen haber, yasak ve yasakçı tutum hakkında net bir fotoğraf verdi.
Diyarbakır’da Evliya Çelebi İlköğretim Okulu Öğretmenlerinden Kadriye Sevgi Yılmaz, derslere başörtüsü ile girmeye çalışınca okul müdürü tarafından öğrencilerinin gözleri önünde yaka paça dışarı atıldı. Tutanak tutulmasının bile meşruiyeti tartışmalı olan bir konu hakkında bayan öğretmenin dersinin gasp edilerek fiili bir müdahale ile okul dışına çıkarılmış olması karşı karşıya olunan durumun içerdiği şiddet hakkında herkese bir fikir verebilir.
BIRAKIN İNSANLAR SERBEST GİYİNSİN
Son yıllarda ülkenin içine girmiş olduğu hesaplaşma ve özgürleşme süreci açısından baktığımızda eğitim sistemimiz ideolojik dogma ve baskılardan arındırılma yönünde ele alınamamıştır. Son çıkan kılık kıyafet yönetmeliği eğitim sisteminin üzerine oturduğu mevcut zihniyet doğrultusunda hazırlanmıştır. 27 Kasım 2012 tarihinde yürürlüğe konulan ve öğrenciler için kıyafet serbestîsini öngören yönetmelik öğrenciler için kısmi bir rahatlamayı ifade ederken öngördüğü yeni sınırlamalar ile devletin kıyafet düzenleme noktasındaki arzu ve istekliliğini muhafaza etmiştir. Belirli bir oranda kıyafet serbestîsi içerse de konu yine temel insan hakları ve özgürlükleri açısından ele alınmamıştır. Devletin mutlak belirleyiciliği temelinde bir esnekleşme yaşanmıştır. Meselenin temel insan hakları ve inanç özgürlüğü bağlamında ele alınmasıyla var olan hâkim, baskın ve dayatmacı zihniyetin esnemesi muhakkak ki aynı şey değildir.
Bayan memurlara pantolon giyme serbestîsi tanındığından beri bayan memurlar için üniforma kalkmıştır. Kadın memurlar gündelik kıyafetleriyle iş yerlerine gelebilmektedir. Ancak, kravat ve takım elbiseden oluşan erkek memur üniforması halen dayatılmaya devam etmektedir. Bu durum bir eşitsizliği de barındırmaktadır. İkinci olarak eşitsizlik ise başörtüsü örtmek isteyen kadın memurlara yapılmaktadır. Kadın memurların inançları yok sayılmaktadır. Adeta kadına “sen inanç edinemezsin” denmekte ve kadınların iradesi, kişilikleri görmezden gelinmektedir.
Öğretmenlerin; inanç, düşünce ve bedenen tutsaklaştırıldığı öğretim ortamlarından özgürlük adına bir kazanım elde edilemez. Okul, devletin; kılığıyla kıyafetiyle davranış ve düşünce yapısıyla memnun olacağı makbul vatandaş yetiştirme merkezi olmamalıdır. Okullar özgür düşüncenin boy verdiği, seçme hakkının tanındığı, bilgi, düşünce ve sosyal yaşamın gerektirdiği davranışların içselleştirildiği mekânlar haline dönüştürülmelidir. Devletin beden üzerinden kurmaya çalıştığı iktidar tahakkümü artık sona ermelidir.
Mesele, yönetmelikte neyin olduğu yahut neyin olmadığından ziyade; toplumu oluşturan bireylerin üstlerine başlarına çeki düzen verilmesi ve bir kılığa sokulması gereken kişiler olarak algılanmasının ürünü olan her türden düzenlemenin varlığıdır. Dolayısıyla düzenlemeleri içerik yönünden zenginleştirmek yahut sınırlarını esnetmeye çalışmak kılık kıyafete ilişkin düzenlemelerin varlığını konu etmemek bakımından karşıtını da yandaşını da aynı yerde buluşturabilmektedir. Oysaki temel sorun kıyafet düzenlemeleri ile insanların son derece kişisel tercihlerinin bile buyurma pratikleri devreye sokularak zapturapt altına alınmaya çalışılmasıdır.
İNSAN NE GİYECEĞİNİ BİLİR
Eğitim-öğretim kurumları gerek sundukları eğitim-öğretim içerikleri gerekse yapıları itibariyle toplumsal gelişim ve değişim karşısında tutucu bir direnç odağı olmaktan öte bir rol üstlenememektedirler. Eğitim-öğretim kurumları öğrencilerin dolayısıyla toplumun hâlâ her yönüyle şekillendirilmesi gereken basit bir nesne şeklinde algılanıp en basit eylemliliklerine müdahalenin esas alındığı yapılanmalar olmaktan bir an önce çıkartılmalıdır.
Kılık-kıyafet yönetmeliğine ilişkin tartışmalar ve bu tartışmalara katılan tarafların tutumları göstermektedir ki neredeyse hemen hemen her kesim yasakçı bir bilinçaltı ile malȗldür. Zira tartışmaya katılan taraflar, kılık-kıyafete ilişkin bir düzenlemenin meşruiyetini tartışmamakta, bireyin son derece kişisel bir tercihinin tepeden bir buyruk ile sınırlandırılmasını konu etmemektedirler. Düzenlemenin mağdurları bile kendi mağduriyetlerinin giderilmesi talebi dışında düzenlemenin kendisini sorgulayıcı bir söylemi dile getirmekten uzaktırlar. Oysaki kılık kıyafete ilişkin düzenlemeler en başından beri pratik bir gerçeğe değil sübjektif bir kurgusal mantığa dayanmaktadır. Yönetmeliğin eksikliklerine vurgu yapanların ve kılık kıyafet serbestîsinin alanın genişletilmesini savunanların da gözden kaçırdıkları nokta, kılık kıyafet düzenlemelerinin içeriğine yapılan itirazların, düzenlemenin varlık sebebini ve keyfiliğini sorun etmeden “düzenlemeyi” tersinden meşrulaştırmasıdır.
İnsanlar gündelik hayatlarında kıyafete dayalı bir sorun ile karşılaşmamaktadırlar. Düğüne de cenazeye de nasıl gitmeleri gerekiyorsa öyle gitmekte, sokağa nasıl çıkmaları gerekiyorsa öyle çıkmaktadırlar. Toplumun kendi gerçeğinde kılık kıyafet meselesi diye bir meselesi yoktur. Ancak devletin insanla, vatandaş sıfatı üzerinden hiyerarşik bir biçimde üretmeye çalıştığı, öteki/farklı olarak kodlanan insanlara karşı yürütülen, tamamen kurgusal bir mantık ile malul bir ilişki biçimi vardır. Kıyafet düzenlemelerinin sona erdirilmesi bu ilişki biçiminin de özgürlükçü bir istikamette değişiminin ve dönüşümünün göstergesi olacaktır. Bu doğrultuda kamuda çalışanlar için hizmet alan/hizmet veren ayrımı da son derece demagojik bir ayrımdır.
YeniŞafak/08.01.2013