MUSIC OF THE HEART- 50 CESUR KEMANCI
İki çocuğu ile kendisini ortada bırakıp terk eden kocasına ulaşmak için didinen Roberta’nın elinden telefon ahizesini kapıp sertçe kapatan annesi: ‘’Şimdi beni çok iyi dinlemeni istiyorum. Kendine ve çocuklarına böyle davranmaya devam edemezsin. Şu anda annelerine ihtiyaçları var. Çok güzel ve yetenekli bir kadınsın. Önünde kocaman bir hayat var…’’ diyerek onu içinde bulunduğu aciz ruh halinden kurtarmaya, yaşadığı gerçekliği ona kabullendirmeye çalışır.
Roberta yıllarca denizci kocasının peşinde oradan oraya taşınarak yaşadığı için çalışma hayatına girememiş, kısa süreli birkaç iş tecrübesi dışında çocuklarına annelik yaparak yaşamış. Ancak hiç beklemediği bir zamanda kocasından darbeyi yiyince ne yapacağını bilemez halde ortalık yerde kalakalmıştır. Bir erkeğe güvenerek yola çıkan ancak sevdiği erkek tarafından yarı yolda bırakılan Roberta’nın, çocukları için güçlü olması, hızla toparlanması, iş bulması ve yeni bir hayat kurması gerekmektedir.
Modern Kent Yaşamında Kadın Olmak
Filmin çağrıştırdığı üç ana düşünceden birinin betimlediğimiz manzarada da görüldüğü üzere modern zamanlarda kadın olmanın zorlukları şeklinde olduğunu belirtebiliriz.
Kadının ezilmesi tabii ki bugüne özgü değil. Tarihin her döneminde ezilen kadın, eski Yunan’da çocukla birlikte insan bile sayılmıyordu. Evin hizmetçisi, çocukların bakıcısı, erkeğin cinsel tatmin aracı olarak görülüyordu. Aristoteles’e göre kadınlar erkeklere göre zekâdan yoksun varlıklardı.
Ortaçağ Avrupa’sında kadın her türlü kötülüğün sebebi ve uygulayanı olarak görülürdü. Yaşanan kötü olaylardan bir takım kadınlar sorumlu tutulur ve cadı olduğu iddiasıyla yakılırdı. Avrupa’nın en karanlık dönemi olarak tarihe geçen cadı avları 1300’lerden 1700’lü yılların başına kadar sürmüştü ve bu cadı avlarında yüz binlerce kadın yakılarak katledilmişti. Sanayileşmeyle birlikte fabrikalarda vasıfsız işlerde çocuk işçilerle birlikte ucuz işgücü olarak insanlık dışı şartlarda kullanılan kadın, modern dönemlerde de hem ucuz işgücü olarak görülmeye devam ederken aynı zamanda kapitalist tüketim kültürünün bedenini ve cinselliğini kullandığı bir ürün olarak nesneleştirildi. Günümüzde kazandığı birçok hakka hukuka rağmen kadının iş yaşamına girmesini zorlayan modern kent hayatında yaşadığı zorluklar aslında Roberta örneğinde de görüldüğü gibi hiç azalmadı. Roberta ve aynı kaderi paylaştığı sayısız hemcinsi hayatın içinde daima güçlü olmak zorundalar. Kendilerini kurda kuşa yem etmemeyi başararak, çocuklarını tüm savrulmalara karşı koruyarak, evde ve işte çalışarak, hem annelik hem de babalık görevini üstlenerek ayakta kalmak zorundalar. Ayrıca eskiden kadınların sığındığı bir liman olarak geniş aile kültürü varken, sanayileşmeyle birlikte o da çekirdek aileye ve bireyselleşmeye evrilince Roberta gibi yalnızlaşan kadının yükü daha da arttı.
Zorunlu Okul Sisteminde Kültür-Sanat Temalı Derslerine Yaklaşım
Merryl Streep’in harika performansıyla Oscar adaylığı kazandığı, korku filmleriyle tanıdığımız Wes Craven’in yönettiği 1999 yapımı film, günümüzde yükü bir kat daha ağırlaşan modern kadının zorlu koşullarla mücadelesi üzerinden sanat eğitimine ve sistemin işleyişine odaklanıyor. Farklı yönleriyle değerlendirilmeyi hak eden filmde, Roberta’nın hayatı, Harlem’in doğusunda bir devlet okulunda seçmeli ders olarak çocuklara keman öğretmek üzere öğretmenliğe başlamasıyla yeni bir sürece giriyor. Yıllar önce koro çalıştırmak için edindiği 50 kemanıyla birlikte girdiği okulda disiplinli ama anaç karakteriyle tutunmayı başaracak ve 10 yılın sonunda yüzlerce çocuğa keman öğretecek, müziği sevdirecek, maddi açıdan dezavantajlı konumdaki çocukların hayatına dokunmayı başaracaktır. Bu süreçte kendi iki çocuğunu da en iyi şekilde hayata adapte etmeyi başarmasına tanık olduğumuz Roberta için film de esasında buradan itibaren başlıyor.
Roberta’nın dersini çocuklar artık yoğun talep nedeniyle çekilişle alabiliyorlardır ancak okul yönetim kurulu bütçedeki sıkıntılar nedeniyle keman kursunu kapatma kararı almıştır. Roberta ya pes edecek ve kendisine yeni bir iş arayacak ya da çok sevdiği işi ile yeteneklerini keşfederek sanata kazandırdığı ve kaderlerine etki ettiği çocuklar için savaşmayı tercih edecektir. Mr. Holland Opus filminde müzik öğretmeninin yaşadığı trajik sona Roberta da maruz bırakılmıştır ancak Roberta, Mr. Holland’ın aksine mücadeleyi tercih edecek, sonuna kadar savaşacaktır.
Modern okul sistemi tüm ülkelerde aynı teorik temellendirmeye ve işleyiş biçimine sahip olduğu için arızaları da tüm dünyada aynı yerlerden veriyor. Yasal dayanakları, genel ve özel amaçları ve organizasyonu ile taklit ettiğimiz zorunlu okul sistemimizde de sanat içerikli dersler gözden ilk çıkarılacak dersler olarak görülür. Haftada birer saat yasak savma kabilinden programa koyulmuştur ve ara sıra da tamamen kaldırılacağı söylentilerine muhatap olur. Oysa öğrencinin ruhuna hitap etmesi, estetik duygusunu ve soyut düşünme yeteneğini geliştirmesi bakımından en az akademik içerikli dersler kadar önemsenmesi gereken bu derslerin, ana sınıfından itibaren ders saat sayıları artırılarak tüm eğitim kademelerine ağırlıklı şekilde yayılması gerekir. Ancak okul sisteminin öncelikleri farklıdır ve kültür-sanat çerçevesi en ihmal edilebilir ayağı oluşturur.
Ivan Illich’in de belirttiği gibi, ‘’Okullar her yerde, öğrenme teorisi ve ders programı hazırlama konularında aynı kitapları okumuş pedagoglarca yönetiliyor. Belirli bir yılda, bir ulustaki okullar aşağı yukarı aynı tip öğrenci üretiyor.’’ Ulusun tüm çocuklarına milyonlarca bilgi içinden süzülerek seçilmiş belli bilgilerden oluşturulmuş müfredat uygulanıyor ve hayatın içine aynı tornadan çıkmış tek tip bireyler salınıyor. Öğrenciye ne öğrendiğinden bağımsız olarak sınıfta ne kadar çok ders görürse piyasada o kadar değerinin artacağı öğretiliyor. Bu nedenle öğrenci hep daha fazla ders programı tüketmeye çabalıyor. Hedeflediği geleceğe odaklanarak aşırı derecede programlanması da onun yaratıcı düş gücünün körelmesiyle sonuçlanıyor.
Oysa okulu insanların sürekli olarak programlandığı, öğretildiği, normalleştirildiği, ıslah edildiği bir koğuş olmaktan çıkarmak gerek. Çeşitlendirilmiş sportif dersler, müzik, resim, tiyatro, sinema, enstrüman kullanımı gibi sanatsal dersler-etkinlikler, öykü, şiir, roman gibi edebi etkinlikler-kurslar ile çocukların ruhuna, duygularına hitap edilmeli, düş güçleri, yaratıcılıkları, yetenekleri geliştirilmeli. Çocuklar farklılıklarıyla öne çıkmalı, değer görmeli. Standartlaştırılmış testlerin, sınavların selinde çocuklar ucubeleştirilmemeli; tükenmiş, duygusuz makineler haline sokulmamalı. Keza bugüne kadar böyle yaptığımız için miras aldığımız şehirleri yerle bir ettik; kaotik bir keşmekeşin anaforuna terk ederek, estetik duygusunu inciterek betonlaştırdığımız, şahsiyetsizleştirdiğimiz şehirleri ölüme terk ettik. Heyecanı öldürdük ve hayatın usandırıcı tekdüzeliğine, yavan, eğreti akışına bıraktık insanın ruhunu…
Eğitim Kamuoyunun Önemi
Tekrar Roberta’nın mücadelesine dönecek olursak; Aldığı sorumluluk, yaşadığı sürprizler, güçlükler, çatışmalar Roberta’nın karakterini oluşturur, geliştirir, güçlendirir. Annesinin de dile getirdiği gibi onu terk eden ve ardına dönüp bakmayan kocası, Roberta’ya bilmeden aslında iyilik yapmış, onun kendi karakterini bulmasını, evlatlarını en iyi şekilde yetiştirebilecek dirayeti kazanmasını ve binlerce çocuğun ruhuna, geleceğine dokunabilmesinin önünü açmıştır. Roberta, şer gibi gördüğü üzücü bir olayın nice harika işlere vesile olacağını bilmiyordu elbette…
Keman kursunun bütçesini kazanabilmek için sayısız güçlük aşılarak yetiştirdiği öğrencilerinin ve yaşayan dünyaca ünlü keman virtüözlerinin de katıldığı görkemli bir konser organizasyonu tertip edilir. Sonucunda da okuldaki sanatsal etkinlikleri yıllarca finanse edebilecek miktarda para toplanır. Yaşanmış bir hikâyeden uyarlanmış filmin bu bölümünde dikkatimizi çeken unsur da kursların kapatılmaması için yapılan çalışmalara velilerin, mahalle ahalisinin yani tüm eğitim kamuoyunun dinamik bir şekilde katılması oldu. Yüksek öğretim hariç 20 milyona yakın öğrencisi olan ülkemizde ise tüm değişikliklerin tek bir merkezden, hiçbir kamuoyu talebi veya beklentisi gözetilmeden yapılır. Ancak çocuklarının geleceğini son derece olumsuz etkileyecek değişiklikler de yapılmasına rağmen eğitim kamuoyundan yaptırım gücü oluşturabilecek tek bir ses çıkmaz. Hatta yapılan her planlama ve değişiklik genel anlamda Özgür Eğitim-Sen Genel Sekreteri Ali Aydın’ın şu tasvirindeki gibi gerçekleşiyor:
‘’Ne söylense, ne denilse hazırda bekleyen bir onama mekanizması var.
-Eğitimin süresini 12 yıla çıkardık?
-Yaşa, varol!
-12 yıl eğitim süresi çok fazla?
-Yaşa, varol!
Bir şey söyleniyor, tamam. Tam aksi bir şey söyleniyor, ona da tamam. Bir şey söyleniyor ama gereği yapılmıyor, tamam. Bir şey yapılıyor ama hiçbir şey söylenmiyor, ona da tamam!
Kimse kusura bakmasın ama; kamuoyu olarak bu halimiz felaketin en büyüğü!’’
Sorun çözme pratiğimizin ve katılımcılık anlayışımızın içler acısı bu hâli, maalesef ciddi bir çürüme yaşayan eğitim sistemimizin, içinde bulunduğu tıkanmışlığın, başarısızlığın, tükenmişliğin derinleşmesine hizmet edecektir.
Türkiye’de ‘’50 Cesur Kemancı’’ adıyla gösterilen film, altını çizdiği veya çağrışımlarıyla izleyicinin çıkarımına bıraktığı tüm mesajlarıyla önemli ve Merryl Streep’in müthiş oyunculuğuyla sıcacık, hoş duygular bırakan bir film. Yaşanmış olaylardan ilhamla yapılmış olması ve filmin çekildiği yıllarda aktif görevde olan bir öğretmenin hikâyesi olması da bıraktığı etkiyi bir kat daha artırıyor.