Ey evim, hani seninle sözleşmiştik!

Abdulbaki Değer
Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Tüm Yazıları
26.05.2018
A+
A-
Paylaşın

Rivayet odur ki eski zamanlarda yoksul bir adamın kerpiçten yapılmış harap bir evi vardır. Ev sahibi kendi anlayışına göre inanmış bir adamdır. Bir gün oturup eviyle pazarlık eder: Biliyorum, bir gün yıkılacaksın. Ama ne olur bana haber vermeden yıkılma, der. Hikâye bu ya ev dile gelir, ev sahibinin isteğini kabul eder.

Gel zaman git zaman, tavana doğru bir yerden evin duvarı çatlar. Adam hemen bir miktar çamur hazırlar ve çatlayan yeri sıvayla kapatır. Bir süre sonra başka bir yerde çatlak oluşur, adam orayı da sıvar. Üçüncü, dördüncü derken adam her defasında çamur sıvayarak meseleyi hallettiğini düşünür. Derken bir gün aniden ev çöker ve tamamen yıkılır.

Adam çok üzülür, verdiği sözü tutmadığını düşündüğü evin enkazına sitemle seslenir: “Ey evim hani seninle sözleşmiştik, bana haber vermeden yıkılmayacaktın, neden sözünde durmadın?” Evin enkazından cevap gelir: “Ben sana çoktan haber verip durdum. Ama ne zaman ağzımı açsam, sen bir avuç çamurla benim ağzımı tıkayıp durdun!”

Son birkaç gündür Çorlu Ahi Evran Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde yaşanan ve sosyal medya kanalıyla kamuoyuna yansıyan görüntüler eşliğinde zoraki bir eğitim tartışması yürütüyoruz. Bu olaylardan sonra verdiğimiz tepkiyi ve tartışma biçimimizi gördükçe aklıma soluğu evinin enkazında alan ve sitemle ‘neden verdiğin sözde durmadın ey evim!’ diyen adamın hikâyesi geliyor. Sorun tespit etme ve çözüm üretme becerimiz belirliyor çoğunlukla başımıza gelecek şeyleri. Onların etkisini, çapını, süresini vs. Şaşırmış gibi yaparak çözemeyiz sorunlarımızı. ‘Mış gibi’ yaparak baş edemeyiz problemlerle. Çocuğun fiziksel ihtiyaçlarını karşılayan ve her şeyi hallettiğini düşünen ebeveynlere benziyor tutumumuz. Okul var, sınıf-sıra tamam, kitap, defter, tahta tamam hatta teknolojik donanım bile var, öğretmenleri atadık, diye düşünülüyor sanırım. Zaten eğitim tarihimizin başlangıcından beri mesele bu şekilde kavrandı: Okul açma, sınıf öğrenci sayılarını düşürme, teknolojik donanım sağlama, öğretmenin eğitim seviyesini yükseltme, materyal geliştirme. Hepsi yapıldı, hepsinde büyük ilerlemeler sağlandı. Ama sistemin performansı değişmiyor. Dikkat edelim, yaptıklarımız büyük ve yapısal sorunların habercisi olan çatlakları sıvamaktan öte bir anlam taşımıyor. Bu tedbirler gerekli ancak asla kendi başına yeterli ve anlamlı değiller. Esasa ilişkin problemlerin olduğu yerde teknik düzenlemelerle, palyatif çözümlerle ancak kendimizi kandırabiliriz. Öldürülen, darp edilen, alaya alınan öğretmen haberleri eğitim sistemimizdeki ahvalin sıhhatine dair uyarı işaretleridir. Bu sorunlar üzerinden eğitim sistemimiz, harap ev gibi, vaziyetinin iyi olmadığına dair bize sinyal gönderiyor. Bazen öldürülen, darp edilen, aşağılanan öğretmen haberleri üzerinden bazen ise eğitime ilişkin performans göstergeleri üzerinden yapıyor.Dolayısıyla herkesin bildiği ve biraz da bu bilmeden dolayı sıradanlaştırdığı bu uyarılarla nasıl yüzleştiğimiz, bunlara ne tür tepkiler verdiğimiz önemli hale geliyor. Eğri oturup doğru konuşalım. Sıkıntıları, sorunları dört başı mamur ele almak yerine üstünü örtüyoruz. Sistemdeki krizi görmemize olanak verecek her hadiseyi teknik, lokal, arızi bir duruma indirgiyoruz, şahsileştiriyoruz, ısrarla sistem kaynaklı bir problem olarak görmeyi reddediyoruz.

Sanırım sistemin yıkılması, işlevsiz kalması ve dolayısıyla da değişmesi derken biz meseleyi aşırı yüzeysel kavrıyoruz: okulların fiziki mekân olarak yıkılmasını, öğretmenlerin delirmesini, öğrencilerin de firar etmesini bekliyoruz. Bir nevi Nuh Tufanı bekliyoruz kendi yapıp ettiklerimizi değiştirmek için. Oysa tufan, işleri enkaza çevirmeye değil enkaza çevrilmiş işlerin müsebbiplerini vurmaya gelir. O yüzden mevcut sistemin yıkılışını, çöküşünü beklemekten, sanki ayaktaymış, sanki işlevini yürütüyormuş gibi davranmaktan vazgeçelim. Ayaktayken de yıkılabilirsiniz, ayakta durursunuz içiniz çürümüştür, sizden bekleneni ifa edemiyorsunuzdur. Yıkılmayı yerle yeksan olmak gibi dar bir kalıpta anlamayalım. Bu sistemin çürüyen kolonlarından yükselen çatırtıları canlılık alameti olarak görmeyelim. Bu sistem birkaç ay önce Ödemiş’ten seslendi, geçen gün Çorlu’dan. İşin aslını bilenler, bu sistemin işleyişine tanıklık edenler ne Ödemiş’in ne de Çorlu’nun sürpriz olmadığını biliyorlar.İşlevsiz bir yapının muhafızlığını yapıyoruz. İfsat edici bir formu müdafaa ediyoruz. Bunu yaparak kendimize çarpan etkili maliyet çıkardığımızı da bilmeden üstelik: Sorunumuzu çözmüyor, sorunumuz çözülmediği gibi bu yapıyı sırtımızda taşımaya devam ediyoruz, sırtımızda sorunumuzu çözüyormuş gibi taşımaya devam ettiğimiz için başka bir arayışa giremiyoruz, acil ihtiyacımızı göremiyoruz ve ona göre tedbir alamıyoruz.

Bizim ne sistem düşmanlığı ne de sistem muhafızlığı yapmak gibi bir görevimiz olmalı. Kurumsal yapılarla ilişkimiz Katolik nikâhıyla olmak zorunda değil. Bu kurumsal yapılar işimizi görmüyorsa, ondan beklediğimiz amaçları gerçekleştirmiyorsa onları yaşatmanın, o şekilde yaşatmanın anlamı yoktur. Her seferinde mazeret üretmenin çocuğu, öğretmeni günah keçisi ilan etmeye de gerek yok. Ciddi ve olgun davranmak durumundayız. Zorunlu eğitim başta olmak üzere mevcut eğitim sisteminin paradigmasını, yapılanmasını, ilişki biçimini, zaman-mekân düzenlemesini tartışmaya açmalıyız. Günümüz dünyasının sosyal-ekonomik-siyasal ve kültürel dönüşümünü görmeliyiz. Değişen anne-baba rollerini, çözülen kültür-değer dünyamızı, yeni sosyalleşme süreçlerini irdelemek durumundayız. Bütün bunların sadece çocukları değil, yetişkinleri, ilişki biçimini ve şüphesiz kurumsal yapıları dönüştürdüğünü, birer enkaza çevirdiğini fark edebilmeliyiz. Fark edelim ki eldekinin işe yaramaz bir şey olduğunu ve yeni bir şeye muhtaç olduğumuz görelim. Duvardaki çatlakları sıvayarak işi geçiştirdikçe korkarım enkaz başında sitem dolu yakınmalarımızla kalmaya devam edeceğiz.

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Whatsapp Destek
1
Whatsapp Destek Hattı
Üyelik işlemleri için Whatsapp iletişim hattımız