Modern eğitim şişede durduğu gibi durmuyor

Abdulbaki Değer
Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Tüm Yazıları
18.01.2018
A+
A-
Paylaşın

Sultan Abdülhamit‘in çöken imparatorluğu kurtarmak için aldığı tedbirlerden birisi de modern okulların açılması ve yaygınlaştırılmasıydı. Cehalet, geri kalmışlık, akıl, bilim, modernlik vs. gibi vurgular zaten dönemin modern okula gitme gerekçeleriydi. Bu atmosferden etkilenmemek mümkün olmadığı gibi gerçekçi de değildi. Zira geleneksel eğitim kurumlarımız can çekişmekte, bu kurumların mümessili olan medreseler de kendilerine dönük eleştirilerin altından kalkamadıkları gibi her ithamı doğrularcasına bir tepkisellikle maluldüler. Dolayısıyla konjonktür modern okulu bir umut olarak öne çıkarıyordu. Lakin  İlber Ortaylı‘nın ifadesiyle “Sultan Abdülhamit döneminde açılan okullarda yetişenler, paradoksal biçimde önce Devlet-i Aliye’nin sonunu getirip sonra da modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini tayin ettiler.” Dolayısıyla çözüm olarak ileri sürülen reçete derde deva olmadı, Devlet-i Aliye’ye yar olmadı.

Ardından Cumhuriyet dönemi, tevarüs eden geleneksel yapıları tasfiyeye yöneldi. Radikalleşen pratik siyasi, epistemik ve hukuki temizlik ile kendisine alan açmaya yöneldi. Tevhid-i Tedrisat başta olmak üzere alana ilişkin mevzuat oluşturuldu. Kamusal söylem geleneğin kültür kodlarını hedef aldı, inanç ve bilgi evrenini gayrı meşrulaştırdı. Muazzam bir motivasyonla kaynaşmış çelikten bir kütle yaratma sevdasına yelken açıldı. Müfredatlar konuldu. Anadolu’yu yüzyıllardır cehaletin ve karanlığın prangasına soktuğu varsayımyla müktesebat, Cumhuriyet‘in Prometeleri üzerinden hedef alındı, proje bir anlamıyla self kolonyal bir hüviyete dönüştü. Gel gör ki Abdülhamit‘e veya Devlet-i Aliye‘ye yar olmayan düzenek Kemalizm‘e de yar olmadı. Yaklaşık doksan küsur yılın ardından yapacağımız tespitin özü sosyolojik-siyasal gerçekliğin Kemalizm‘e yar olmayışıdır.

O halde Abdülhamit‘in, Kemalistlerin işini görmeyen bir düzeneği ana gövdesiyle muhafaza edip başarı hayalini nasıl kuruyoruz, niçin kuruyoruz? Yani onların yapmadığı neyi yapacağız ki onlar gibi başarısız olmayalım? Veya onların yaptığı hangi şeyi yapmayıp aynı akıbete duçar olmayacağız? Tabi bu soruların cevabı önemli. Ancak bu soruların cevabının bulunması için öncelikle bu soruların sahiplenilmesi, sorulması gerekiyor. İkincisi bu soru-cevap sistematiğinin oluşabilmesi için enstrümana yani eğitim düzeneğine ilişkin bir okumamızın olması icap ediyor. Kemalizm‘in kudretli zamanlarından bugüne üstelik sistematik bir şekilde her on yılda bir modern-postmodern müdahalelere rağmen geniş bir sosyolojik zemin bulamadığı, “kurucu dışı” olarak kodladığı kesimlerin periferin karanlık bölgelerinden merkeze gelip kurulduğu ve Sultan Abdülhamit‘in okullarında okuyup Devlet-i Aliye‘ye son verenler gerçeği önümüzde iken biz aynı enstrümanla niye ve nasıl başaracağız?

Daha hünerli olduğumuz için mi? Kültürel genetiğe daha uyumlu olduğumuz için mi? Modern  eğitim şişede durduğu gibi durmuyor. Teorik kurgusu gerçeğin labirentinde transformasyon geçirerek başka mecralara kapı aralıyor.

İnanılmaz bir endoktrinasyon uğraşısının ardından Kemalistler yenilgiyi, dünyanın görüp-görebileceği en sofistike ideolojik propagandalar hezimeti tattılar. Bu aracın muhtevasına ilişkin tartışma kısır ve abartılı olunca hayatın sillesini yemekten kurtulamıyor. Bu araç kendi başına “yaşam kurucu” bir aygıt değil. Yapma becerisi ifsat etme niteliğinden fersah fersah geride. Sultan Abdülhamit’in tecrübesi ve Kemalizm‘in tecrübesi gözlerimizin önünde. Tali sebepler, teknik aksamalar üzerinden geçiştiremeyeceğimiz zengin bir pratik duruyor önümüzde.

Tam da bu pratik önümüzdeyken çözümü mevcut okullarda din, diyanet vermekle sınırlı görmek başka bir handikap, başka bir açmaz yaratıyor. Amacı gerçekleştirmeye uygun araçlarınız yoksa hüsran mukadder oluyor. Direnci artıracak, bünyeyi kuvvetlendirecek doğal mekanizmalar yerine sentetik yapılara abanarak inşa edilecek bir yarın olamaz. Medeniyetinin ve kültürel müktesebatının organize bir kurumsal yapıdan neşet ettiğini varsaymak ne büyük aldanıştır! Yaşadığı zaafiyeti bütüncül kavrayamayan ve hal çaresini kurumsal bir yapıdan uman zihin ne büyük hayalin peşindedir! Bu ülkenin kahir ekseriyeti kendisine yöneltilen kurumsal yapıların incelikli stratejilerini boşa çıkartan destansı varoluş mücadelesinin aktörüyken üstelik. Bu mücadele, kazmanın nereye vurulacağını söylemese bile kazmanın nereye vurulmayacağını serahatle belirtiyor. Hal bu iken “ben ders almam, mevcut aracın albenisinde yola revan olacağım” inadı bize pahalıya mal olacak. Aklımızı başımıza devşirmek durumundayız.

Bugün küresel dünyanın muzdarip olduğu meseleleri görmeyip taammüden her biri başka bir felakete götüren yolların yolcusu olmanın anlamı yok. Başarısızlıkları değil başarı hikâyelerinin ne tür kokuşmuşluklarla malul olduğu gerçeği önümüzdedir. Sancı büyük, sancı derin, yapısal krizler var. Yapısal, organik krizi sentetik çarelerle gideremeyiz. Yıllardır yanlışlığı teyit edile edile gelen bir uygulamada keramet aramanın kimseye faydası yok. Abdülhamit’e, Kemalistlere yar olmayan bize de yar olmaz. Herkes kifayetsizliğini etkin kullanamadığı araçlar üzerinden gerekçelendiriyor. Oysa bilinmelidir ki aldatmanın en kötüsü kendi kendini aldatmadır.

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Whatsapp Destek
1
Whatsapp Destek Hattı
Üyelik işlemleri için Whatsapp iletişim hattımız